31 Mart 2014 Pazartesi

İşte Seçim Sonucumuz: Tek Yol Sokak Tek Çare Direniş



30 Mart Mahalli İdareler Seçimi dün yapıldı. YSK henüz kesin sonuçları yayınlamadı ama AKP yüzde 43-45 aralığında bir oy oranına ulaştı. 2011 genel seçimlerine göre kısmı bir gerileme görülürken, 2009 yerel seçimlerine göreyse oylarını artırarak çıktı. Seçimler üzerine daha çok değerlendirme yapılacaktır. Şimdi kısaca bir durum değerlendirmesi yapmakta fayda var.

Bu seçim sonuçları gösteriyor ki,  17 Aralık’ta ortaya çıkan yolsuzluk olayları halkımızın bir kısmı için bir anlam ifade etmemiş. Elbette toplumsal hayata bakınca, “nasıl olur da bir toplumun yarıya yakını, bu yolsuzluklara seyirci kalır, bu nasıl bir çürümüşlüktür?”diye düşünebiliriz.  Toplumun bu yapısına şaşıranlar olabilir ama ülkemizin son otuz yılda yaşadığı değişim ve dönüşüme bakınca, toplumun nasıl da genetiğiyle oynandığını daha iyi anlayabiliriz. 12 Eylül eliyle gerçekleşen sadece solun geriletilmesi değil, solun topluma kazandırdığı dayanışma, yârin yanağından gayrı her yerde ve her şeyde paylaşım duygusu yok edildi.  Bunun yerine köşeyi dönmecilik, bireyselcilik ve kestirmeden zengin olma hayalleri topluma nüfus etti. 12 Eylül sonrasını yaşayanlar hatırlarlar, bir anda mantar gibi bitiveren bankerlerle halktan milyonlarca lira toplanmış, bu paralar bir gecede buharlaşmış, binlerce insan bir gecede fakirleşmişti. İşte bu anlayış devletinde asli politikası olmuş, azgın bir neoliberal politikayla kamunun tasfiyesine başlanmıştı.  Yoksullaşan halk, cemaat ve tarikatların insafına terk edildi. Yoksul mahalleler, siyasal İslamcıların kaleleri haline dönüştü. Vakıflar, dernekler, belediyeler eliyle bu mahallelerde sürdürülebilir bir yoksulluk inşa edildi. 80’li yılların meşhur bankerlik olaylarına benzer İslamcıların kar paylı sistemleri, 90’lı yıllarda mantar gibi bitmeye başladı. Kar paylı sistemle binlerce insan dolandırıldı, emekleri, alın terleri çalındı. Bunun balonu da bankerler olayı gibi patlasa da toplumu bir ağ gibi sarmış olan cemaat-tarikat ağı ve onun toplum üzerindeki etkisi kırılamadı. 2002 yılında AKP’nin iktidara gelişiyle bu mekanizma devlet eliyle güçlendirildi ve halen sürdürülüyor.

Bu girizgâh biraz uzun gelmiş olabilir, “ne var bunda, bunları zaten biliyoruz” diyebilirsiniz. Ama asıl can alıcı nokta burası: Tüm bu olumsuzluklara rağmen, halk bu yapının çemberi dışına çıkmış değil.  AKP tüm bu yaşananların sonucunda, halen bugün yoksulların ve büyük emekçi kesimlerin oyunu alıyor. Sınıfsal olarak solun, sosyalistlerin yanında durması gereken kesimler, bizim yanımızda değil. Halkın büyük bir kesimi için belirleyici olan yolsuzluk olayları değil, kendi yoksulluğunu bir nebze törpüleyen sosyal ağın kaybolmaması. O ağ da iktidar eliyle ya da cemaat ve vakıflar eliyle halen sürdürülüyor. Bunun üzerine bir de bu kesimler üzerinde ve taşrada ağır bir muhafazakârlık baskısı hâkim durumda. Zaten mevcut gücüyle AKP’nin bir anda gerilemesi ve çözülmesi mümkün değil. Bugün, devletin kendisi olmuş bir partiden bahsediyoruz.  İktidarı o kadar kolay terk etmeyecektir. Bütün imkânlarını seferber edecektir.   

Bu seçim sonuçlarına bakarak bu toplumu, üstten bakan bir yaklaşımla tu-kaka ilan edemeyiz.  Tüm bu çürümüşlüğü, tüm bu pisliği ancak devrimin temizleyeceğini biliyoruz. Ama devrim, bilgisayarda oynanan bir strateji oyunu değil.  Örgütlenmeden, halka nüfus etmeden kazanılamaz. Seçimden seçime yapılan çalışmalarla yapamayız.  Tüm bu çürümüşlüğü ancak gerçek ve sayıcı bir örgütlenmeyle aşabiliriz. Sadece örgütlenme yetmez, toplumun kaybettiği dayanışma ve paylaşma duygularını yeniden bu topluma kazandırmalıyız. Yeni bir insan tipi de yaratmalıyız. Seçim sonuçlarından sonra, özellikle sosyal medyada yayılan “hani gezi ruhu, nerede?” gibi söylemlere bakmayın. Tam da dediğim şey gezi direnişinin içinde. Paylaşım, dayanışma, direniş, her şeye rağmen umudunu kaybetmeme… Bunun için gerekli olan şey hayatın tam ortasında; sokakta, mahallede, okulda, iş yerinde, hayatın her alanında olmaktan geçiyor.  Çürümüşlüğe, yozlaşmaya karşı kendi değerlerimizle direnmekten geçiyor.  Artık bahanelerin arkasına sığınma lüksümüz yok. Otuz yıl önce kaybettiklerimizi, şimdi tırnaklarımızla kazıyarak geri alacağız. Mahalle mahalle, köy köy, sokak sokak… Gücümüzü, kudretimizi alacağımız yerler orası.  Sonuçta seçimler bitmiş olabilir, ama hayatın her alanında mücadele sürüyor. Halen halk yoksullaşıyor, kardeşkanı dökmesi için savaşa sürükleniyor, halkın doğası talan ediliyor.  Seçimler bitti, şimdi hayat ve sokaklar bizi bekliyor.

AKP de bunu farkında, o yüzden kısa vadede toplumsal muhalefet üzerindeki baskıyı arttıracaktır. Biz de bu baskıya karşı, sokağın ve direnmenin gücünü göstereceğiz.   Mahir ÇAYAN’ın işaret ettiği gibi “Onların; bugün büyük görünen güçleri ve imkânları bizlere vız gelir. Kaybedeceğimiz hiçbir şey yoktur. Ama kazanacağımız koca bir dünya vardır…”

27 Mart 2014 Perşembe

Devlette Kontra Yöntemlerde Devamlılık Esastır


17 Aralık yolsuzluk operasyonunun ardından, adeta ses kaydı sağanağına tutulmuş durumdayız.  Her gün yeni bir rezillik ortaya çıkıyor. AKP iktidarı da bu rezilliklerin üstünü örtmek için, seferberlik ilan etmiş durumda. Öyle ki; twitter yasaklanıyor, yerel seçimler bir seferberlik haline dönüştürülerek, istiklal savaşı başlatılıyor. En tehlikeli yöntemse, ülkenin bir savaş bataklığına sokulması.

CHP lideri KILIÇDAROĞLU’nun “duyum aldık” dediği bu ihtimalin, son yayınlanan ses kaydıyla ihtimalden öte bir durum olduğu anlaşıldı. Son kayıt, moda deyimle, adeta “bomba” etkisi yarattı. MİT Müsteşarı, Dışişleri Bakanı, bir Orgeneral ve Müsteşar arasında geçen konuşmalarda, Türkiye’nin Suriye ile bir savaşa nasıl sokulabileceği konuşuluyor. Suriye’ye savaş açmak için çeşitli yöntemler sıralanıyor.  Mevcut koşullar savaş için elverişli değilse, savaşa bahane yaratacak yöntemlerin bizzat Türkiye tarafından yaratılabileceği söyleniyor. MİT Müsteşarı “gerekirse Süleyman Şah türbesini Türkiye olarak bombalarız veya bombalattırabiliriz” diyor.  Yine MİT Müsteşarı “Suriye’ye dört adam gönderip, Türkiye’ye füze attırtabileceğini” söylüyor. Böylece Suriye’ye saldırmanın bahanesi yaratılmış olacak.

İşte bu konuşmalar gündemde bomba etkisi yarattı. Ama biz biliyoruz ki bu kirli yöntemler, devletimiz tarafından kendi halkı için defalarca denenmişti. Kısaca hafızamızı yoklarsak, ne demek istediğim daha iyi anlaşılır.

6-7 Eylül olaylarını hatırlayalım; Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalandığı yalanıyla, ülkemizdeki Rumlara dönük linç ve yağma olayları yaşanmıştı. Bu olayların üzerine, ülkemizde yaşayan binlerce Rum, ülkelerini terk etmek zorunda kalmıştı. Başbakan’ın “demokrasi şampiyonu” ilan ettiği Adnan Menderes hükümeti, bu olayları aydınların ve solcuların üzerine yıkmaya çalışmış, insanlar suçsuz ve hukuksuz bir şekilde zindanlara atılmıştı. Olaylarla ilişkileri ispatlanamadığı için bu kişiler daha sonra serbest bırakılmışlardı. Yaşanan olayların devlet eliyle tezgâhlandığı, daha sonra Sabri YİRMİBEŞOĞLU tarafından itiraf edilmiştir. Sabri YİRMİBEŞOĞLU, “6-7 Eylül olayları bir Özel Harp işidir. Müthiş bir organizasyondur ve başarıya ulaşmıştır” diyerek işin aslını söylemiştir.

Devlet, bu kontra yöntemleri kullanmayı sürdürmüştür. 1 Mayıs 1977 yılında Taksim’de toplanan yüz binlerin üzerine ateş açılmış, ateş sonucu ve çıkan panikte onlarca kişi hayatını kaybetmiştir. Bu olay da önce Sovyet ve Çin yanlısı sol grupların üzerine yıkılmaya çalışılmış, işin aslının öyle olmadığı daha sonra anlaşılmıştır.  Ama maalesef bugün halen bu işi, “sol içi çatışma” diye halka yutturmaya çalışan solcu artıkları var.

1 Mayıs katliamından sonra da devletin kanlı provokasyonları sürmüştü. Ülkede yükselen sol dalgayı bastırmak, ülkeyi bir darbe ortamına sürüklemek için, sivil faşistlerin de desteğiyle bu yöntemler sürdürülmüştür. Ülkemizde yaşanan Alevi katliamlarında da, bugün Suriye’ye saldırmak için kullanılmak istenen yöntemler kullanılmıştı. Maraş katliamı öncesi, önce bir sinema faşistler tarafından bombalanmış, ardından “solcular camiyi bombaladı” yalanı yayılarak, günlerce süren bir vahşet yaşanmıştı. Aynı yöntem Malatya’da denenmiş, Çorum’da benzer bir katliam solun örgütlülüğü sayesinde engellenmiştir. 

12 Eylül darbesinden sonra, aynı yöntemler Kürt halkı üzerinde sürdürülmüş, devletin sistematik köy yakmaları, kitlesel katliamları PKK yapmış gibi gösterilmiştir.

Görüyoruz ki ülkeye ileri demokrasi getirdiğini iddia eden AKP, devletin kontra yöntemlerinde devamlılığı esas almıştır. Gezi sürecinde ve sonrasında yaptıkları onca provokasyona rağmen iç savaş çıkaramayan AKP, ülkeyi şimdi bu kontra yöntemlerle Suriye ile bir savaşa sokmaya çalışıyor. Başbakan Erdoğan kendi istikbali için, ülkenin yoksul halk çocuklarını bir hiç uğruna ölüme götürmekten çekinmemektedir.

Devletin bu kontra yöntemlerinde devamlılık esas olabilir, ama unutmasınlar ki bu ülkede bir de zalimin zulmüne direnme geleneği vardır.  Kızıldere’den Gezi’ye bu mücadele geleneği sürüyor. Bizler biliyoruz ki kurtuluşumuzun yolu tapelerde değil, Gezi ruhuyla AKP diktatörlüğüne karşı mücadeleden geçiyor.  

24 Mart 2014 Pazartesi

Ahmetler Köyü’nde Direniş Var, Yılgınlık Yok…


Karadeniz’den sonra en yoğun HES yapımı, Antalya ve çevresinde... Birçok HES inşaatı sürüyor, kimisi bitti, kimisi yapım aşamasında, kimisi de halkın direnişi nedeniyle ya yargı aşamasında ya da geçici süreyle durdurulmuş durumda. Bunlardan biri, belki de HES’e karşı mücadelede simgeleşmiş olan Ahmetler Köyü. Köylülerin anlatımına göre; “iki amcaoğlu Yörük Ahmet gelip yerleşmiş bu diyarlara, onun üzerine buraya Ahmetlerin köyü”denilmiş.

Ahmetler Köyü’ne yapılmak istenen HES, halkın yoğun tepkisiyle karşılaştı. HES yapılmak istenen bölgeye halk tarafından günlerce kamp kuruldu. Canını dişine takan köylüler, örnek olacak bir direniş sergilediler. Bu direniş karşısında ciddi bir kamuoyu da oluştu. Her yerden Ahmetler Köyü’yle dayanışma sergilendi. Şuanda, seçimin de etkisiyle HES yapımı durmuş durumda. Ama iktidar, Ahmetlere HES yapma inadından vazgeçmiş değil. Biz de Ahmetler Köyü’ndeki son durumu yerinde görmek için, Pazar günü köyü ve köylüleri ziyaret ettik. Köy yolunda köyün sakinlerinden Fatma Teyze’yle karşılaştık, tarlasından dönüyordu. Arabamıza davet ettik, o da bizi kırmadı. “Nereden ve niçin geldiğimizi” sordu. Biz de “HES’le ilgili geldik” deyince, “yoksa HESçi misiniz?” dedi. “HESçi olmadığımızı, onların mücadelesinin ne aşamada olduğunu öğrenmek için geldiğimizi” söyleyince, yüzüne bir neşe geldi. Hemen bizi evine buyur etti. Anadolu insanının misafirperverliğiyle hemen çayını demleyip, gerek yok ısrarımıza rağmen, bize kahvaltı hazırlayıverdi.  Biz Fatma Teyze’nin evinde sohbet ederken, etrafta bir hareketlilik gözümüze çarptı. Ardı ardına, Fatma Teyze’nin evine köylüler gelmeye başladı. Köylüler köylerine gelecek HESçilere karşı tedbir geliştirmişler, anında birbirlerini haberdar ediyorlar. Bizim aracın köyden birine ait olmadığını anlayınca, hemen birbirlerine haber vermişler, “HES şirketinden birileri gelmiş olabilir” diye. O yüzden köyde ufak çaplı bir heyecana yol açtık, ama durumu izah edince, iş tatlıya bağlandı. Biz de çayın demlenmesinin ardından, Fatma Teyzemizle tatlı bir sohbete başladık.

HES ve ona karşı yürüttükleri mücadeleyi sorunca, gözleri dolu dolu olarak anlattı. HESçiler bir gün ansızın köye iş makineleriyle gelerek, işe başlıyorlar. Köylülerde bunu duyar duymaz, harekete geçiyorlar. O günden itibaren direnişteler. Önce “buraya baraj yapılacak” diye halkı kandırmaya çalışıyorlar. “İşsizlere iş vereceklerini” söylüyorlar. Kimse buna zaten kanmıyor, kısa zamanda da işin aslı ortaya çıkıyor, barajın yalan olduğu anlaşılıyor. Köylülerin direnişi de şiddetleniyor. Köylüler HES yapılmaması için, nöbete geçiyorlar. Köylülere karşı, HES şirketinin paralı elemanları saldırıyor, silah kullanıyor. Saldırganlar jandarma tarafından korunuyor. Köylüler saldırganlardan şikâyetçi olsa da şimdiye kadar herhangi bir yasal işlem yapılmamış. Tüm bu saldırılar da köylüleri yıldıramamış. “Günlerce orada nöbet tuttuk” diyor Fatma Teyze ve “Bu HES buradan gidene kadar da mücadele etmeye devam edeceğiz” diyor.

Yetmiş yaşına merdiven dayamış ama, gözlerinde mücadele etmenin ve direnmenin verdiği gururu okuyabiliyorsunuz. “Mücadelede kadınları hep ön saflarda görüyoruz” diye sorunca “kadınlar herkesten daha yürekli” diyerek gülümsüyor. “Su olmazsa hayatın olmayacağının farkındayız” diyor, “Canımızı veririz bu suyu vermeyiz” diyerek ekliyor.  

Sohbetimizin ardından Fatma Teyze bize rehberlik ederek, hem köyü gezdiriyor, hem de diğer direnişçi köylülerle tanışmamıza vesile oluyor. Yolda muhtara rastlıyoruz. Köyde kiminle konuşsak, muhtarın tutumundan memnun. Muhtara bunu soruyoruz, kimi muhtarların HES yapımından yana tutum aldıklarını hatırlatınca “halkımın istemediği bir şeye ben nasıl olur diyebilirim, onların karşısında olabilirim” diyor. “Direnişlerinin asla siyasi malzeme olarak kullanılmasını istemediğini” ısrarla vurguluyor.

Diğer köylülerle konuşuyoruz, herkes Fatma Teyze’yle aynı düşüncede; “Asla bu sudan vazgeçmeyeceklerini” ifade ediyorlar. Onlar için su, vazgeçilemez. “Sadece kendileri için değil, doğadaki diğer canlılar için de bunu istediklerini” ifade ediyorlar.  HES yapımının şu anda durmuş olduğunu hatırlatıyoruz; “seçimden sonra göreceğiz” diyorlar. Yeniden direnişe hazırlar, direniş için kurdukları çadırlar yerli yerinde duruyor.  “Köylerine gelen AKP’lilerin bile, buraya HES yapılmasını savunamadıklarını” belirtiyorlar. Direniş güçlerinin farkındalar, “çoluk çocuk her yaştan köylüler olarak direneceklerini” söylüyorlar. Gezi Direnişi’ni de unutmuyorlar, oradaki direnişçilere dönük saldırının aynısını yaşadıklarını, direnişçiler için üzüntülerini de ifade ediyorlar. En büyük kaygıları, benzer can kayıplarının köyde yaşanması. “Öyle olursa hiçbir şey eskisi gibi olmaz” diyorlar.

Bizden en büyük istekleri; gittiğimiz her yerde haklı davalarını anlatmamız. “Nerede olursa olsun bunu anlatın” diyorlar. Biz de her zaman yanlarında olacağımıza, her yerde bu haklı mücadelelerini anlatacağımıza söz vererek, yanlarından ayrılıyoruz. Ahmetler Köyü HES’e karşı mücadelenin nasıl olacağının, güzel bir örneği. Bir köy hep birlikte mücadele ediyor.  Gözünü budaktan sakınmıyor. Onlar “kişisel istikballeri için değil, insanlığın geleceği için, bir istiklal mücadelesi verdiklerini” ifade ediyorlar.