21 Temmuz 2014 Pazartesi

FAŞİZM ŞAKAYA GELMEZ. NEREDE GÖRÜLSE BAŞI EZİLMELİDİR.


İsrail, üç Yahudi yerleşimcinin öldürülmesini bahane ederek, Filistin’e dönük başlattığı hava saldırısını, kara harekâtına çevirdi. Neredeyse katliam boyutuna varan saldırılarda hayatını kaybedenlerin sayısı, 400’e yaklaşıyor.  İsrail saldırıları yüzünden, binlerce Filistinli yerini yurdunu terk etmek zorunda kaldı. 

Tüm bu yaşanan katliama ve Filistinlilerin dramına, dünya devletleri yine kör ve sağır. Bırakın bir tepki vermeyi, neredeyse Filistin halkı toptan suçlu ilan edilecek. “ İsrail’in savunma” hakkı diyerek, bütün bir Filistin halkının yaşam hakkı göz göre göre ihlal ediliyor, adeta bir katliam yaşanıyor. Tüm dünya egemenleri bu vahşeti seyrederken, İsrail’e gerçek anlamda net tutum alan üç ülke olan Küba, Şili ve Venezüella’yı da bir kenara not edin. Zira İsrail’e lafla değil, gereğini yaparak, Filistin halkının yanında olduklarını gösterdiler.

Devletler sessiz kalırken, dünya halkları Filistin için sokaklara döküldü. Fransa’dan Hindistan’a, G.Afrika’dan Çin’e kadar birçok ülkede ve kıtada Filistin’le dayanışma eylemleri yapıldı. Ülkemizde de Filistin’le ilgili eylemler yapılıyor. Özellikle İslamcılar tarafından yapılan kimi eylemlerin, son zamanda ırkçılığa varan bir boyut kazandığı görülüyor. İHH gibi çevreler tarafından, ülkemizde yaşayan Yahudiler açıkça tehdit ediliyor.  Özellikle İsrail devletini ve onun katliamlarını hedef almak yerine, toptan tüm Yahudilerin hedef alındığını ve neredeyse Hitlerin bir “aziz” mertebesine yükseltildiğini görüyoruz.  Akit gibi gerici gazetelerin bulmacalarında, Hitler özlemle anılıyor.  Posterleri eylemlerde taşınıyor.  İsrail’e karşı her hangi bir tutum almayan, askeri ve politik ilişkileri bile askıya alamayan, İsrail jetlerinin yakıtlarının Türkiye’den gittiğini yalanlamayan Recep Tayyip ERDOĞAN da mitinglerinde “bunlar katliamlarında Hitleri bile geçtiler” gibi söylemlerle gericiliğe ve ırkçı hezeyanlara çanak tutmaktadır.

Hitler modern dünyanın görüp görebileceği, en kanlı ve cani faşist diktatörlerden biriydi.  İnternette arama motorlarının herhangi birine “Hitler” yazın, önünüze onun yaptığı katliamlarla ilgi sayısız görsel ve yazılı belge çıkacaktır. Sadece yaptığı katliamlar değil, başlattığı emperyalistler arası paylaşım savaşıyla da milyonlarca insanın ölümüne sebep oldu.  İnsanları gaz odalarında, ölümcül deneylerde, fırınlarda, toplama kamplarında kitlesel olarak katletti.  Katledilenlerin çoğu da Yahudiler, solcular, Çingeneler, Hıristiyanlar ve politik muhaliflerdi. Şimdi insanlığın gördüğü en büyük katliamlardan birine uğramış bir halkı, İsrail’in uygulamalarından dolayı tehdit etmek ve Hitleri kutsamak insanlık adına utanç vericidir. Kendi vatandaşlarının hepsi İsrail’in uygulamalarını tasvip ediyor değil, kimi İsrail vatandaşı eylemlerle devletlerinin uygulamalarını protesto ederken, yüzlerce İsrailli asker de Filistin’e karşı savaşmayı reddediyor.  

Hitler vurgusu öyle sıradan geçiştirilecek ve bunu sadece Filistin’de yaşananlara bir tepki olarak algılamak, büyük hata olur. Faşizmle şaka olmaz, nerde görülse başı hemen ezilmelidir. Çünkü 6-7 Eylül’ü, Maraş’ı, Çorum’u ve Sivas’ı yaşamış bir ülkeyiz. Daha geçen gün Maraş ve Adana’da, dün Gaziantep’te Suriyeli mültecilere dönük kitlesel linç girişimlerinin yaşandığını unutmayalım. Bunları sıradan bir halk tepkisi olarak görmek, durumu normalleştirmek demektir.  Oy hesapları veya başka hesaplar uğruna ırkçılığı ve gericiliği körüklemek, ülkede geri dönülmesi zor yaralar açar.

Filistin’le dayanışma, ırkçı hezeyanlarla olmaz.  Ülkenin dört bir yanında İsrail katliamlarına karşı sesimizi yükseltmeli ve Filistin halkıyla gerçek bir dayanışma içinde olmalıyız.

8 Temmuz 2014 Salı

ÖDP VE CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ


ÖDP kurulduğu günden bu yana, her seçim süreci bir sancıya dönüşmüştür. Kuruluşunun ardından büyük umutlarla girilen ilk seçime, bir taraftan CHP’nin “şeriat geliyor, laiklik elden gidiyor” baskılaması, diğer taraftan parti içindeki kimi grupların HADEP’in desteklenmesi gerektiği tutumuyla girilmişti. İş o raddeye varmıştı ki kimi parti üyeleri partinin tek başına seçime girme kararına rağmen, açıktan HADEP’e çalışıyordu.  Seçimde alınan sonuçlar da tam bir hayal kırıklığı olmuştu. 2002 seçimleri öncesi yine ittifak tartışmaları alevlenmiş, yapılan onca görüşme ve tartışmanın ardından nasıl olduysa gidilip, Sema PİŞKİNSÜT’ün Toplumcu Demokrasi Partisi’yle yapılan ittifakla seçime girilmişti. 2007 seçimlerine ise başka bir krizle giriliyordu. Ufuk URAS parti kurulu ve kararlarını hiçe sayarak, Kürt hareketinin desteğiyle bağımsız aday olup seçime girerken, ÖDP’de kendi seçim çalışmasını yürütüyordu. 2011 seçimlerineyse YSK kararıyla katılamadı.

ÖDP olarak belki de net ve doğru politikanın uygulandığı tek seçim süreci, 30 Mart 2014 yerel seçim süreci oldu. Seçime birkaç gün kala değil, çok öncesinden üyeleriyle başlattığı seçim tartışmalarıyla tepede yapılan ittifaklardan uzak, partinin politik hattı ve tutumunu belirledi. Eksik yönleri olmasına rağmen, partinin gücü ve kapasitesi oranında yapılabilecek en iyi seçim çalışması yapıldı. Parti ve üyeleri gereksiz seçim tartışmaları ve gerilimlerinin dışında kaldı.

Şimdi ülkenin geleceği açısından önem arz eden bir seçimin arifesindeyiz. AKP’nin adayı baştan beri belliydi, uzun zamandır başkanlık hayalleri kuran, ama bu hayali Gezi isyanıyla kesintiye uğrayan Tayyip ERDOĞAN adaylığını ilan etti. CHP’de Erdoğan’ın kurmaya çalıştığı düzene karşı bir tutum almak yerine, o düzeni ehlileştirecek bir adayı tercih etti. Topluma soldan bir seçenek sunmak yerine, toplumu iki sağcı aday arasında tercihe mahkûm bıraktı, hem de MHP ile ittifak yaparak.

Böyle bir durum karşısında Cumhurbaşkanı çıkarabilecek üçüncü seçenek olan HDP, tarihi bir sorumluluk ve fırsatla karşı karşıyaydı. Halkı iki sağcı seçeneğe mahkûm eden bu tutuma karşı, toplumsal muhalefetin her kesimini kapsayacak bir aday çıkarabilirdi. Bunun için aralarında ÖDP’nin de olduğu birçok partiyle görüşmeler yapıldı, ama HDP kendi adayını açıklamayı tercih etti.

HDP, Eş Genel Başkanlarından Selahattin DEMİRTAŞ’ı aday olarak açıkladı. Selahattin DEMİRTAŞ’ın şahsına kimsenin bir diyeceği yok, ama HDP bir program etrafında toplumsal muhalefetin de üzerinde uzlaşacağı bir kişiyi aday gösterebilirdi ama bunu yapmadı. Selahattin DEMİRTAŞ daha çok Kürt Siyasal Hareketi’nin kendi tercihleri ve ihtiyaçları doğrultusunda aday gösterilmiştir.   

ÖDP’de böyle bir seçim atmosferinde, Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki tavrını açıkladı: “ÖDP Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde katile, hırsıza, diktatöre, yalancıya oy vermeme çağrısı ile tüm gücüyle Erdoğan ve AKP’ye karşı mücadele edecektir…. CHP’nin tercihini MHP ile ittifak içerisinde belirlemesinin ardından da HDP ile bu doğrultuda görüşmeler gerçekleştirilmiş, farklı toplumsal muhalefet kesimlerinin katıldığı ortak toplantılar gerçekleştirilmiştir. Ancak bu tartışmalarda da ortak bir iradenin şekillenmesi gerçekleşmemiştir.

Sürecin yönünü değiştirecek birleşik bir güç merkezinin, muhalefet odağının henüz yaratılamamış olması, bu seçeneksizliğin ortaya çıkmasının en önemli nedenidir. Bu tarihsel sorumluluğumuzu yerine getiremediğimiz sürece de bu durum böyle sürüp gidecektir.

Bu durumun değişmesi, Erdoğan ve AKP zihniyetiyle gerçek bir hesaplaşmanın yolunun açılabilmesi için bu gidişattan memnun olmayan herkese, hepimize düşen sorumluluk birleşik bir muhalefet gücünün yaratılması için daha büyük bir kararlılık göstermekten başka bir şey değildir. Bugünkü seçeneksizliği aşacak olan birleşik bir direniş mücadelesiyle yaratacağımız eşitlikçi, özgürlükçü seçenek olacaktır*” şeklinde ifade etti.

Bu açıklamanın sonunda “seçimleri boykot edeceğiz gibi bir sonuç çıkacak” diye düşündüm. Ama bir boykot seçeneği yoktu. Selahattin DEMİRTAŞ’ı da desteklemeyeceğimize göre, ne yapacaktık?  ÖDP’nin yapması gereken, bir tutum ifade etmesiydi. Bunu yapmadı. Bu duruma birkaç noktada itirazım var.

ÖDP 30 Mart yerel seçimleri öncesi yürüttüğü seçim tartışmalarını, Cumhurbaşkanlığı süreci içinde yürütebilirdi. En azından parti üyelerinin düşüncelerinin ve eğiliminin ne olduğunu açığa çıkarmalı, parti meclisi buna göre bir karar almalıydı.  Zaman darlığı vardıysa, en azından PM üyeleri bölge toplantılarıyla PM öncesi bu tartışmaları yapabilirdi.

Böyle siyasi bir karar alıp, sonunda hiçbir şey söylememek siyasi bir hareket için yanlış bir tutumdur. Tutumumuzu yazdık, meramımızı anlattık demekle geçiştiremeyiz. Bizim ne anlattığımız değil, halkın ne anladığı önemli. Şimdi bu metni okuyanlar, ÖDP’ye gönül verenler, halkımız ne diyecek “ katile hırsıza oy vermeyeceğiniz kesin, ikinci sağcı bir adaya da zaten oy vermeniz düşünülemez, Selahattin DEMİRTAŞ’la ilgili itirazlarınızda var ama boykotta etmiyorsunuz. Ee ne ediyorsunuz?” diyen insanlara “tane tane anlattık okumadın mı?” diyeceğiz.

Boykot seçeneği AKP’ye yarar diye bir kaygı taşınıyorsa, o zaman insanları oy vermeye çağırırsınız. Böyle bir çağrı yapacaksanız da elbette tercihiniz Selahattin DEMİRTAŞ olur. Bunu deklere etmekten de çekinmezsiniz. Ama bunu bir karar haline getirmeyip, üyelerinize ve kamuoyuna deklere etmeyip, sosyal medyada “zaten Selahattin DEMİRTAŞ’a oy vereceğiz” demek daha yanlış bir tutumdur.

Son olarak bir siyasi harekette, kararsızlık diye bir durum olmaz. ÖDP’nin bu kararının sonucu boykot olmalıydı. Böyle muğlâk, nereye çekersen oraya giden bir açıklama olmamalıydı. Onca doğru tespit yapıp, bunu nasıl bir net tavır haline getiremiyoruz, insan gerçekten hayret ediyor.


* http://muhalefet.org/haber-odp-cumhurbaskanligi-secimindeki-tavrini-acikladi-12-11349.aspx#.U7rF8R4uLAM.facebook


4 Temmuz 2014 Cuma

İSRAİL FİLİSTİN’İ VURUYOR, AKP SUSUYOR. NEDEN?


IŞİD’in Musul’u işgaliyle tüm gözler Irak üzerindeyken, Ortadoğu’nun bir başka yerinde bir halk yine bombalanıyor. Evet, Filistin’den bahsediyorum. İsrail, üç Yahudi yerleşimcinin öldürülmesini bahane ederek, Gazze’yi havadan bombaladı. Gençlerin kim tarafından öldürüldüğü, kesin olarak bilinmiyor. Yine İsraillilerin intikam saldırısıyla Kudüs’te Filistinli bir genç öldürüldü. Gencin cenazesi de halen ailesine teslim edilmiş değil.

Bölgede gerginlik sürüyor. İsrail, Hamas ve El Fetih arasında yapılan anlaşmadan memnun olmamış gözüküyor. Saldırıların hemen bu anlaşmanın akabinde başlamış olması, şaşırtıcı değil. Gazze’ye sıkışmış bir Hamas, İsrail’in daha çok işine geliyordu. Filistin sorununun çözümüne dönük her türlü girişimi, Hamas üzerinden bertaraf edebiliyordu. El Fetihle varılan ittifak, İsrail’in bu düzenini bozmuş oldu. İsrail yeni bir saldırı dalgasıyla Hamas’ı yeniden bu kısır döngünün içine sokmak isteyebilir.

Gözler IŞİD sayesinde Irak’a çevrilmişken, İsrail işinin daha kolay olacağını, böylece üzerinde de bir baskı hissetmeyeceğini düşünüyor olabilir. Şimdilik çatışmalar sürüyor, ancak Hamas’ın ateşkes ilan edeceği iddiaları gündemde.

Tüm bu saldırılar yaşanırken, AKP hükümetinden İsrail’e dönük bir tepki görmedik. Daha önce üst perdeden yapılan açıklamaları hatırlayınca, bu sessizliğin nedeni merak uyandırıyor. Hem seçim arifesinde, hem de ramazan ayındayken, AKP’nin bu saldırılara sessizliği normal mi?

Acaba bu sessizliğin arkasında, Kuzey Irak Petrollerinin Türkiye üzerinden İsrail limanlarına taşınması mı var? Radikal yazarı Fehim TAŞTEKİN’in iddiasına göre; “Türkiye’nin Erbil’le imzaladığı 50 yıllık anlaşma çerçevesinde, Ceyhan’a pompalanan petrolü alan gemiler Aşkelon’a demir atıyor”. Artık Kürdistan’da çıkan petrolün, Türkiye üzerinden dağıtılıp, satıldığı bir sır değil. Bunu artık kimse de inkâr etmiyor. Ama İsrail’inde bu işin içinde olduğu pek dillendirilmiyordu. Görülüyor ki İsrail’e neredeyse “cihat” ilan edenler, iş petrole ve paraya geldiğinde can ciğer kuzu sarması olmuş.

Yine IŞİD’in Musul’u işgaliyle başlayan gelişmelerde, İsrail Irak’ta bağımsız bir Kürdistan’ın vaktinin geldiğini ve bu bağımsızlığı tanıyacağını ilan etti. Aynı günlerde AKP’li Hüseyin ÇELİK’ten de bağımsız bir Kürt devleti kurulursa, tanırız sinyali geldi. Yani o konuda da İsrail ve AKP hükümeti, omuz omuza. Türkiye ABD’yi karşısına almak istemediğinden ve henüz kendi Kürt sorununu çözemediğinden, Irak’ın toprak bütünlüğünden yana gözüküyor, ama olası bir durumda yaptığı gizli anlaşmalara da sadık kalacağından, Barzani’nin önderliğindeki bir Kürdistan’ı tanıyacaktır.  

Şimdiye kadar Filistin’e en çok destek vermiş ülkelerden biri olan, Suriye’ye karşı da İsrail ve AKP hükümeti aynı çizgide. İkisi de Suriye’nin parçalanması için, elinden geleni yapıyor.  

Bir diğer ortak noktaları da Hizbullah düşmanlığı. Şimdiye kadar İsrail’e en büyük hezimetini yaşatmış olan Hizbullah’ı AKP şeytan ilan etmişti. Hem Hizbullah’a şeytan deyip hem de İsrail’e karşı olamazsınız. Bu da AKP’nin Filistin konusundaki samimiyetsizliğinin bir başka göstergesi.

Ortadoğu’daki son gelişmelerle birlikte, İsrail ve AKP iktidarının ittifakı sürecek. Böylece ikili eski mutlu günlerine geri dönmüş olacak.