26 Aralık 2017 Salı

Yeni Bir Dönem Yeni Bir Mücedele

AKP 696 sayılı KHK ile darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ve bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında görev alan kişileri hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluktan muaf hale getirdi. Bu kararla AKP uzun süredir düşündüğü ve tasarladığı şeyi hayata geçirdi diyebiliriz. Bu yasayla AKP’nin iç savaşa hazırlandığı tartışmaları yeniden alevlendi. Oysa bu yeni bir durum değil.

7 Haziran 2015 seçimleri öncesi 15 Mayıs’ta yazdığım “Geçiş Süreci Kanlı mı Olacak, Kansız mı?”(http://sabrikirdar.blogspot.com.tr/2015/05/gecis-donemi-kanl-m-olacak-kansz-m.html) yazımda şu tespitleri yapmıştım. 

7 Haziran seçimlerine atıfla “Çünkü iktidarın teslim edilmesi demek, siyasi bir partiden çok, çıkar amaçlı suç örgütüne dönüşmüş olan AKP ve onun tüm lider takımının yargı karşısına çıkması demek.  AKP seçimi kazansa dahi, uzun vadede iktidarını sürdürme şansı giderek zayıflıyor. Özellikle ekonomik gidişatın sürekli kötüye gidişi, Kürt sorununda inkâr ve imha politikasında ısrar, dışarıda tecrit edilmişlikle uzun süre iktidarda kalması zor.

Geriye iktidarda kalmanın birkaç yolu kalıyor. Ülkeyi Suriye ile olası bir savaşa sürüklemek (Bu ihtimal bugün halen geçerli. Sürekli Afrin’e dönük yapılan tehditler bu ihtimalin halen masada olduğunu gösteriyor) İkinci ve belki de en kuvvetli olasılık, ülkeyi iç savaşa sürüklemek. Yani AKP iktidardan düşmemek uğruna, ülkeyi bir iç savaşa sürüklemekten kaçınmayacaktır… AKP bir yandan kolluk gücünü, sokak hâkimiyetine karşı gerici, ırkçı esnafı polis ilan ederek, sokağı terörize etmeyi amaçlıyor… AKP’nin olası bir vurucu gücü de ülke içine çöreklendirdiği cihatçı teröristler olacaktır. Bugün ülkemizden gidip, Suriye’de savaşan çetecilerin vurucu güç olarak kullanılmayacağını kimse garanti edemez. Öyle ki bugün neredeyse ülkemizde IŞİD hücresi olmayan il yok gibi.”

7 Haziran ve sonrası yaşananlar bu tespitleri adeta doğruladı. 7 Haziran’da tek başına iktidar şansını kaybeden AKP, halkın iradesini yok sayarak, seçimi 1 Kasım’da tekrarlattı. 1 Kasım’a kadar da gayri resmi bir OHAL uyguladı. 5 Haziran’da Diyarbakır’da başlayan bombalı saldırılar, 20 Temmuz’da Suruç’ta ve 10 Ekim Ankara’dakilerle devam etti. Yapılan tüm bu bombalı saldırıların istihbaratının önceden alındığı ve engellenmediği açığa çıktı.

Bombalı saldırılardan sonra muhalefet partileri miting yapamaz, sivil toplum örgütleri, sendikalar adeta sokağa çıkamaz hale getirildi. Bombalı saldırılar seçimden sonra ki süreçte de devam etti. Bir taraftan IŞİD, bir taraftan TAK sivil halkı hedef alan saldırılarını sürdürdüler.

 Ardından Kürt illerinde başlayan hendek savaşıyla AKP, şiddetin ve baskının dozajını artırdı.

O dönemde özellikle evlerin duvarlarına yazılan “Esedullah Timi burada” yazıları gelmekte olanın habercisiydi. Operasyonlara katılanların Arapça konuştuğu, saldırırken tekbir getirdiği ve halka işkence ettiği sıkça dile getirildi.

Tüm bu bombalı saldırılar ve yıkılan, yok edilen şehirlere rağmen, AKP istediğini elde edememişken, imdada 15 Temmuz İslamcı Faşist Askeri Darbe girişimi yetişti. Erdoğan’ın o gece İstanbul Atatürk Havalimanı’nda söylediği “Bu darbe girişimi Allah’ın bir lütfüdür” sözünün ne kadar doğru olduğu sonraki süreçte görüldü. Erdoğan ve AKP bu lütfün hakkını sonuna kadar verdiler, vermeye de devam ediyorlar. Darbe bahanesiyle 20 Temmuz’da ülke tamamında ilan edilen OHAL’le ve çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle yeni bir rejim inşasına girişildi. Devlet BAHÇELİ’nin MHP’sinin desteğiyle Başkanlık Sistemi referanduma götürüldü.

16 Nisan’da gerçekleştirilen referandumda, herkesin gözü önünde bir YSK darbesi gerçekleşti ve halkın iradesi gasp edildi.

İradesine sahip çıkmak için halk sokağa çıkarken, ana muhalefet CHP aleni hırsızlığa razı oldu. Sokağa çıkıp oylara sahip çıkmamayı “sokağa çıksaydık, AKP silahlı güçleri sokağa çıkaracaktı” diyerek ifade ettiler. O gün bundan kaçanlar için artık yolun sonuna gelindi, AKP o güçleri artık kanunla koruma altına aldı. AKP artık kendisine yönelecek her muhalefeti terör kapsamına sokarak bastıracak ve sokağa çıkacak olanlara karşı oluşturduğu silahlı güçleri kullanmaktan da çekinmeyecektir.

Herkesin ortak olduğu görüş, AKP’nin seçimle gitmeyeceğidir.  Başkanlık sistemi önce kendi evlatlarını yemeye başlamıştır. AKP’nin seçilmiş belediye başkanları, il ve ilçe başkanları Erdoğan’ın baskısıyla teker teker istifa ettirilmiştir.

Erdoğan’ın “belediye başkanlığı seçimlerini kaldırmayı” açık açık deklere ettiği bir ortamda, halen 2019’da adil bir seçim olacak gibi davranılmaktadır.

Ülke bugün kaçAK saraydan, tek adam rejimiyle ve faşizmle yönetilmektedir. Devlet aygıtı da buna göre yeniden şekillendirilmektedir. Darbe girişimine karşı ilan edilen OHAL’in kaldırılmayacağı artık kesinleşmiştir. Sürekli bir OHAL’le kaçAK saray rejimi yoluna devam edecektir.

Erdoğan’da iyi bilmektedir ki kendisini iktidara taşıyan dış destek artık ortadan kalkmıştır. Kapitalist sistem içinde bir tarafında ABD-AB, diğer tarafında Rusya ve Çin’in yer aldığı çok kutuplu bir yapı ortaya çıkmıştır.

Erdoğan her dara düştüğünde bu kutuplardan birine yaslanarak, derdine çare aramaktadır. Rus uçağı düşürülünce, ABD ve Nato’ya, 15 Temmuz yaşanınca, Rusya’ya yanaşmakta bir sakınca görmemektedir. Tüm bu bloklarda Erdoğan’ın sona doğru yaklaştığını görmekte, Osmanlı’nın son dönemi gibi “ne koparırsak kardır” mantığıyla Erdoğan’ın saray rejiminden istediklerini almaktadırlar. Ruslar s-400 satarken, ABD’liler yolcu uçağı satabiliyor.

Erdoğan içte ve dışta sıkıştıkça, şiddetin ve baskının oranını artırmaya devam edecektir.

Artık bu yeni döneme, yeni mücadele taktikleriyle hazırlanmalıyız. Artık eski tarz örgütlenme biçimleriyle, günlük yapılan basın açıklamalarıyla bu süreci sürdüremeyiz. AKP’nin siyasi ve ekonomik enkazının mağdurlarının sayısı her geçen gün artmaktadır. AKP açıkça halka karşı bir savaş hazırlığındadır. Elindeki OHAL ve KHK gücüyle halkın örgütlenmesi yolundaki her türlü aracı elinden alacak, KHK’larla insanları açlığa mahkûm etmeye devam edecektir.

Bugün devrimcilere düşen görev, tüm olumsuzluklara rağmen bu yeni döneme göre mücadele etmektir. AKP ve kaçAK saray rejiminin saldırılarına karşı korku ve yılgınlığa kapılmak yerine, devrimci mücadele ve direniş ruhumuzu yeniden örgütlemeliyiz.



10 Kasım 2017 Cuma

Dev Turizm - İş'in Şişmanı İşçi Düşmanı

Yukarıdaki söz sizlere bir yerden tanıdık gelecektir. Bu sloganın orijinal versiyonu Zonguldaklı madencilere aittir.  Kasım 1990’dan Ocak 1991’e kadar süren Zonguldak Madencilerinin büyük grevinde Turgut Özal için ürettikleri “Çankaya’nın  şişmanı işçi düşmanı”nın sloganından esinlendim.

Özal gerçekten bir işçi düşmanıydı. O ait olduğu sınıfın politikalarının yılmaz bir savunucusuydu. 12 Eylül’ün taşlarını döşeyen 24 Ocak kararlarının mimarıydı. 12 Eylül’den sonra kurulan ilk kabinede bu politikaları hayata geçirmek için başbakan yardımcısı sıfatıyla kabinede görev almıştı. 1983’ten sonra ANAP Genel Başkanı ve Başbakan olarak bu politikaları hızla hayata geçirmeye devam etti. AKP’lilerin, sağcıların, liberallerin yere göğe koyamadığı Özal en az Kenan Evren kadar 12 Eylül’ün sorumlusu ve uygulayıcısıdır.

Ama konumuz Özal değil başka bir işçi düşmanı “Şişman” (Burada şişmanı bir aşağılama olarak değil işçi ve kadın düşmanı karakteriyle Özal’a benzerlik açısından kullanıyorum) Dev Turizm-İş Genel Başkanı  ve DİSK Genel Merkez Yöneticisi Mustafa Safvet Yahyaoğlu.

Mustafa Yahyaoğlu da 12 Eylül’den ve Kenan Evren’den bahsetmeyi çok sever. Çağrılı olduğu ve konuşma fırsatı bulduğu her toplantıda Kenan Evren’in meşhur “Garsonlar Bizden Çok Maaş Alıyordu” sözünü örnek verir ve gençleri sendikaya üye olmaya sahip çıkmaya çağırarak, konuşmalarını bitirir. Oysa konuşmalarıyla uygulamaları arasında büyük bir açı farkı vardır.

Kendisini adeta sendikanın tek sahibi görür, kendiyle aynı fikirde değilse gençlere sendikanın kapısını kapar, sürekli çağırdığı gençlere rağmen oturduğu koltuktan kalkmak istemez.

Kendisine muhalif, istediğini yapmayan herkesi haksız hukuksuz şekilde sendikadan ihraç eder. Kendilerine itiraz edenlere verdiği cevap, Recep Tayyip Erdoğan’ın her itiraza verdiği meşhur cevapla aynıdır: “isteseniz de olacak istemeseniz de”.

Yaklaşık 400 tane 5 yıldızlı otelin bulunduğu Antalya’da otellerde örgütlenmek istemez. Örgütlenelim diyenlere bin türlü bahane üretir. Ama muhalifleri tasfiye etmek ve kongrede elini güçlendirmek için yıllardır Antalya’da 70 olan üye sayısını aniden 200’e çıkarmıştır.

Örgütlenmek için işçiye gitmez ama hukuk dışı delege seçimleri için kendine yakın işçileri arayıp sendikaya çağırır. Buna itiraz eden işçilere saldırır kadınları tartaklar. Şiddete tepki gösteren kadınlara “Benim için kadın erkek fark etmez” diyecek kadar “cüretkar” dır.

Bu da yetmez yanındaki yandaşları aracılığıyla AKP’li trollerin yandaş gazetecilerinin çirkin Kabataş yalanına sarılır ve sendikaya haklarını aramaya gelen işçilerin,  görüntüler ortada olmasına rağmen Atatürk resmine saldırdığı yalanını yaymaktan utanmaz.
İşçi düşmanlığı artık kadın dövmeye ve Kabataş vari yalanlara dönüşmüş durumda.

Bu işçi ve kadın düşmanı tutum aylardır sürmesine rağmen DİSK Genel Merkezi ve DİSK’in Antalya’daki sendikaları kulaklarının üstüne yatmaktadır. Buradan bir DİSK üyesi olarak kulağının üstüne yatmayı tercih edenlere sesleniyorum bu rezilliklere daha ne kadar seyirci kalacaksınız. Sessiz kalmaya devam mı edeceksiniz?


24 Ekim 2017 Salı

Mülteci Düşmanlığı

Ülkemizde ırkçılığın yeni hedefi, Suriyeliler. Suriye’de iç savaşın başladığı 2011 yılından bu yana ülkemize gelen Suriyelilerin sayısı resmi rakamlara göre, 2 milyon 900 bin ancak resmi olmayan sayılarla bu rakamın 3,5 milyon olduğu tahmin ediliyor. Antalya’da kayıtlı Suriyeli sayısı 400 kişi civarında ama kayıtlı olmayanların sayısının 10 bin kişi olduğu tahmin ediliyor.

Ülkelerindeki iç savaştan kaçıp ülkemize sığınan bu insanlar, başta siyasiler olmak üzere, yazılı basın, görsel ve sosyal medya üzerinden sürekli hedef gösteriliyorlar ve ırkçı saldırıların hedefi oluyorlar.  Antalya’da yaşayan Suriyeliler de bu saldırılardan ve hedef gösterilmeden nasibini alıyor.

Bunun son örneği Hürses Gazetesi ve www.haberantalya.com adlı internet sitesinde yazan Abdullah Yalçın’a ait*.  Abdullah Yalçın, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü  ile Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneğinin organize ettiği “Basın Mensupları için Göç ve Mültecilik Konularında Bilgi ve Farkındalık Projesi” kapsamında seminere katıldıktan sonra, ülkemizdeki Suriyeli Mültecilerin kalıcı olduğu algısına kapılmış ve paniklemiş.  Ardından da hemen her yerde ve sürekli duyduğumuz o veciz cümleleri kurmuş. “Kimse kusura bakmasın ama benim ülkemde evine ekmek götüremeyen yurdum insanı bile varken, göçmen ve sığınmacı adı altındaki kişiler yine benim ülkemde rahat yaşıyor. Benim askerim Suriye’de savaşırken, şehit düşerken, dalyan gibi Suriyeli gençler Konyaaltı sahilinde tatil yapıyor”

Abdullah Bey kusura bakmasın ama ülkemizdeki işsizliğin sorumlusu Suriyeliler değil. Ülkemizde işsizlik her zaman sorundu ve bu neo-liberal politikalarla da sorun olmaya devam edecek. O sizin hedef gösterdiğiniz Suriyelilerin neredeyse tamamına yakını, kayıt dışı olarak çalıştırılıyor. Bakın çalışıyor demiyorum, çalıştırılıyor diyorum.  Bu ülkede Suriyelilerin kayıt dışı çalıştırılmasıyla övünen Bakan var. Bakın Başbakan Yardımcısı Veysi KAYNAK ne diyor; “ Türkiye, 3 milyon insanı beşeri sermaye olarak görmelidir. Birçok ilde Suriyeliler olmazsa, düz işçilik yapan yok. Suriyeliler olmazsa, fabrikalarımız durur.” 

Peki, Suriyeli işçilerin hangi şartlarda çalıştığını biliyor musunuz?  Çoğu zaten çalışmak istese de çalışamıyor, çalışan da kayıt dışı olarak çalıştırılıyor, çalışma saatleri yasal çalışma saatlerinin çok üzerinde. Hele mevsimlik işçi olarak çalışanların çalışma koşulları daha da kötü. Günde 11-12 saat çalışan mevsimlik işçiler, 20-40 TL arası ücret alıyorlar.  Suriyelilerin emeği bu şekilde sömürülüyor ve birde iş bulamayan vatandaşlarımıza “işsizliğin asıl sebebi” olarak gösterilerek, hedef haline getiriliyorlar. Ve Abdullah YALÇIN, bunu rahat yaşamak olarak adlandırıyor. Böylece Suriyeli emekçilere karşı kışkırtılan halkımız, işsizliğin asıl sorumlularını göremiyor. Onlara yöneltmesi gereken hıncını, Suriyelilerden çıkarıyorlar.

Abdullah YALÇIN; “Benim askerim Suriye’de savaşırken, şehit düşerken, dalyan gibi Suriyeli gençler Konyaaltı sahilinde tatil yapıyor” diyor.  Birinin Abdullah YALÇIN’a hatırlatması lazım, TSK Suriye devletinin talebiyle Suriye topraklarında değil, bizzat Recep Tayyip ERDOĞAN’ın talimatıyla Suriye topraklarında.  Oysa El Bab’a Özgür Suriye Ordusuna destek amaçlı girilmişti. Onlar savaşacak, TSK birlikleri sıcak çatışmaya girmeyecekti ama ne hikmetse, 70 asker hayatını kaybetti. “Ne uğruna?” diye sormak yerine, “biz savaşıyoruz onlar tatil yapıyor” argümanını ortaya atıp, Suriyelileri hedef gösteriyor.  Şimdide İdlip’e girildi, ne uğruna? Suriye devleti topraklarımızdan çıkın diyor.

Ülkemizin Suriye bataklığına gömülmesinin baş aktörleri, Recep Tayyip ERDOĞAN ve Ahmet DAVUTOĞLU ikilisinin Neo-Osmanlı hayalidir. Ve maalesef geride kalan yedi yılda bu bataklığın içine gömülmeye devam ediyoruz. İç savaş boyunca her türden cihadist örgüt desteklendi, birçok ülkeden gelen cihadist teröristler Türkiye üzerinden Suriye’ye geçti ve Suriye yerle bir edildi. Milyonlarca Suriyelinin artık döneceği bir evi yok.

Şimdi bu gerçekleri sorgulamayıp, Suriyelileri hedef göstermek gazetecilik değil, düpedüz ırkçılıktır.

Abdullah YALÇIN bir önceki yazısında da ** Muğla ve Antalya’nın pilot bölge olarak kabul edildiği ve Suriyeli mültecilerin kente girmesinin yasaklandığı genelgenin uygulanmamasına tepki gösteriyor. Apaçık ırkçılık kokan bu genelgeyi savunuyor.
*http://www.haberantalya.com/yazarlar/y/m/3208/

**http://www.antalyahurses.com/yazarlar/abdullah-yalcin/devlet-ciddiyeti/19486/

21 Eylül 2017 Perşembe

Zorunlu Bireysel Emeklilik Değil Zorbalıkla Bireysel Emeklilik


AKP hükümetinin başlattığı Zorunlu Bireysel Emeklilik sistemi artık Zorbalıkla Bireysel Emeklik Sistemine dönüşmüş durumda. Sisteme zorunlu olarak dahil edilenler sistemden cayma hakkını kullanarak, büyük oranda sistemden ayrıldılar. Ayrılanların oranı işçilerde %62, kamu emekçilerinde %49 oranına ulaştı.

Ayrılma oranları büyük rakamlara ulaşınca, AKP sessiz sedasız yeni bir yönteme başvurmaya başladı. Milyonlarca çalışan haberi olmadan yeniden sisteme dahil ediliyor. Sizi sisteme dahil eden şirket, size haber verme zahmetinde bile bulunmuyor. Eğer maaş bordronuzu kontrol etmiyor ya da e devletten hayat sigortası veya bireysel emeklilik sözleşmelerinize bakmıyorsanız, sessiz sedasız katkı payı ödemeye devam ediyorsunuz.

Oldu da durumu anında fark etiniz ve hemen cayma hakkınızı kullandınız ve sistemden çıktınız. Ama hemen rahatlamayın, çünkü AKP yakanızı bırakmıyor ve hemen sizi nazikçe şöyle uyarıyor “45 yaşın altında olduğunuz için 1 yıl içinde tekrar sisteme dahil edileceksiniz” . Anlayacağınız Zorunlu Bireysel Emeklilik Sistemi, Zorbalıkla Bireysel Emeklilik Sistemine dönüşmüş durumda.

Emekçiler bu sistemden memnun olmadıklarını, cayma oranlarıyla açıkça ortaya koydu. Ama AKP her zaman yaptığı gibi emekçilerin değil, emeklilik şirketlerinin sesine kulak veriyor ve emekçileri yine zorbalıkla sisteme dahil ediyor ve etmeye devam edecek. Çünkü niyet sadece emeklilik şirketlerini ihya etmek değil, sosyal güvenliği tamamen özelleştirmek.



5 Nisan 2017 Çarşamba

Zorunlu Bireysel Emeklilik Sisteminden Nasıl Çıkılır?

Milyonlarca emekçiyi ilgilendiren Zorunlu Bireysel Emeklilik uygulamasının ikinci aşaması 1 Nisan 2017 itibariyle başladı. Çalışan sayısı bin ve üzerinde olan bir işverene bağlı olarak çalışanlar 1 Ocak 2017’den itibaren sisteme dahil edildi. Türkiye vatandaşı olan 45 yaşın altındaki tüm 4a ve 4c kapsamındaki çalışanlar ve çalışmaya yeni başlayacaklar bu sisteme kademeli olarak dahil edilecekler. Sisteme dahil edilme takvimi şu şekilde olacak.*

Çalışan sayısı 250 ve üzerinde olan ancak binden az olan bir işverene bağlı olarak çalışanlar ve 5510 sayılı kanunun 4. Maddesinin birinci fıkrasının a ve c bentlerine göre  10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol  Kanununun eki I-II-III ve IV sayılı cetvellerde yer alan kamu idarelerinde yani TBMM-Cumhurbaşkanlığı- Başbakanlık-Bakanlıklar-Genel Müdürlükler-Kuvvet Komutanlıkları-Üniversiteler-Özel Bütçeli Kamu İdareleri-Sosyal Güvenlik Kurumu-Denetleyici, Düzenleyici Kurumlar-Diğer Kamu Kurumları ve TSK personeli için 1 Nisan 2017 itibariyle zorunlu BES uygulaması başlamış oldu.

5510 sayılı kanunun 4. Maddesinin birinci fıkrasının a ve c bentlerine göre diğer kamu idarelerinde yani Belediyeler-İl Özel İdare-Belediyeye bağlı kuruluşlar-Mahalli İdare Birlikleri ve KİT çalışanları ise 1 Ocak 2018 tarihinde sisteme dahil edilecektir.

Çalışan sayısı yüz ve üzerinde ancak iki yüz elliden az olan bir işverene bağlı çalışanlar, 1Temmuz 2017’de, çalışan sayısı elli ve üzerinde ancak yüzden az olan bir işverene bağlı çalışanlar 1 Ocak 2018’de
Çalışan sayısı on ve üzerinde ancak elliden az olan işverene bağlı olarak çalışanlar 1 Temmuz 2018’de

Çalışan sayısı beş ve üzerinde ancak ondan az olan bir işverene bağlı çalışanlar 1Ocak 2019’ sisteme dahil edilecekler. Beş kişinin altında çalışana sahip olan işverenlerse sisteme dahil edilmeyecek.

Sisteme dahil edilen emekçilerin maaşından her ay %3 oranında kesinti yapılacaktır. 1 Nisan 2017 itibariyle sisteme dahil olan kamu emekçilerinin maaşlarından 293 lira ile 78 lira arasında bir kesinti yapılacaktır.

Sisteme katılım zorunlu olsa da sistemde kalmak zorunda değilsiniz. Sosyal güvenlik sisteminin özelleştirilmesinin ilk adımı olan bu uygulamadan tüm emekçiler cayma hakkını kullanarak çıkabilir. Peki bu işlem nasıl yapılacaktır?

Öncelikle işverenin sizin adınıza hangi emeklilik şirketiyle anlaşma yaptığını öğrenmeniz gerekiyor. Normal şartlarda kişinin emeklilik şirketini kendi seçme özgürlüğü olması gerekirken bu yasayla engelleniyor. Özellikle kamu kuruluşlarının belirli emeklilik şirketlerini ki bunlar daha çok islami bankaların emeklilik şirketi olma ihtimali yüksek. İşverenin sizin adınıza emeklilik şirketiyle emeklilik sözleşmesini imzaladığı günden bağımsız olarak, çalışana ait ilk katkı payının emeklilik şirketine intikal ettiği  tarihi takip eden iş günü çalışana bildirim yapılır. Çalışan bu bildirimi müteakip iki aya (60 gün) içinde cayma hakkını kullanabilir.

Bu iki ay içinde kısmına özellikle dikkat etmeniz gerekmektedir. Bazı kurumlar özellikle kamu kurumlarının yetkilileri emekçileri yanlış yönlendirmekte cayma süresini iki ay sonra diye söylemektedir. İki ay sonra yapılan cayma işlemlerinin de normal bireysel emeklilikten çıkış işlemleri uygulanmaktadır. Bu durumda da yatırdığınız katkı paylarından yasal kesintiler yapılarak size ödeme yapılmaktadır. Bu durumda çıkış yaparsanız yatırdığınız katkı paylarınızı geri alamayabilirsiniz. Bu nedenle iki ay içinde cayma hakkınızı kullanmalısınız. Hak kaybına uğramamak için iki ay içinde cayılması hususa özellikle dikkat edilmeli.

Cayma ve ayrılma taleplerinin kim tarından karşılanacağı işveren ve emeklilik şirketi arasında kurulacak sözleşmede kararlaştırılır. Eğer cayma talebini emeklilik şirketi karşılayacaksa öncelikle yapmanız gereken işverenden hangi şirketle sözleşme yaptığını ve bireysel emeklilik sözleşme numaranızı öğrenmek. Bunları öğrendikten sonra emeklilik şirketinin varsa ilinizdeki bölge müdürlüğüne gidip cayma dilekçenizi elden verebilirsiniz yoksa e-posta ya da faks yoluyla genel müdürlüklerine başvuru yapabilirsiniz. Başvurunuz, ellerine ulaştıktan sonra on iş günü içinde kesinti yapılan tutar size iade edilecektir.
*www.egm.org.tr


15 Mart 2017 Çarşamba

AKP’nin Almanya ve Hollanda ile Krizi Yine Antalya’yı Vurur

AKP’nin referandum uğruna Almanya ve Hollanda ile çıkardığı kriz yine Antalya’yı vuracaktır. AKP’nin Rusya ile yarattığı kriz turizmi doğrudan etkilemiş, kente gelen turist sayısı yüzde 44 oranında azalmıştı.  

Rusların Antalya’da gelmediği dönemde kente gelen turistlerin ülkelere göre sıralamasında ilk üç ülke sırasıyla Almanya, Hollanda ve İngiltere.

Bu ülkelerden gelen turist oranı da diğer yıllara göre 2016 yılında azalma göstermiş.  Almanya’dan gelen turist sayısında yüzde 34, Hollanda’dan gelen turist sayısında yüzde 29 ve İngiltere’den gelen turist sayısında yüzde 24' lik bir kayıp yaşanmış.

2017 yılıyla birlikte kayıpları azaltmak için ülke ülke gezilip insanları Antalya’ya gelmeye ikna etmeye çalışırken AKP ve Saray referandumda evet çıkması uğruna tüm bu emekleri çöpe attı. Önce Almanya ardında da Hollanda ile çıkarılan krizden direkt etkileneceklerin başında Antalya geliyor.

Özellikle paket turlarla* ilgili istatistikler durumun ne kadar vahim olduğunu gözler önüne seriyor.

2017 Ocak-Şubat dönemindeki paket tur satışı bir önceki yıla göre yüzde -26’ ya gerilemiş.

Şu anda kriz yaşadığımız Almanya ile kayıp yüzde -50 Hollanda ile yüzde -69.

Geçen yıl Ocak- Şubat aylarında Antalya’da 143 bin paket tur satılırken bu yıl 106 bin satış yapılmış.

Şimdide yaşanan kriz ardından ardı ardına tur iptalleri gelmeye devam ediyor.

Görünen 2016 yılının ardından 2017 yılı da Antalya için hüsran olacak.

Kendi çıkarını halkın çıkarının önünde tutan AKP ve Saray Antalya’yı da felakete sürüklüyor.

Bu gidişe dur demenin ilk adımı 16 Nisan’da Hayır demekten geçiyor.


*http://www.turizmdebusabah.com/haberler/paket-tur-satislarinda-korkutan-rakamlar-83223.html

24 Şubat 2017 Cuma

Antalya'nın Fethi Kutlaması Neden Şimdi?

     Antalya Valisi Münir Karaloğlu, dün (23 Şubat 2017) düzenlediği basın toplantısıyla Antalya’nın Selçuklular tarafından fetih edildiği tarih olan 5 Mart gününü görkemli bir şekilde kutlayacaklarını ilan etti.

    810 yıldır hiç kutlanmamış olan bu günü kutlamak nereden icap etti? 810 yıl sonra şehri kimden kurtarıyorsunuz? Gemileri Kaleiçi’nden mi yürüteceksiniz? Amaç nedir?
  
   Hiç kuşkusuz bu kutlamaların amacı AKP’nin yeni rejim inşasının bir parçası olmasıdır. AKP eski rejimi yani Cumhuriyeti tasfiye ederken onun ritüelleri yerine kendi ritüellerini koymaya çalışıyor. AKP’nin 15 Temmuz’u saymazsak büyük bir “zaferi” ve bayramları olmadığı için şimdilik geçmişin ipine sarılıyor.  Tabi önemli bir başka noktada referandum  süreci. AKP’nin referandumdan evet çıkarması için büyük oranda milliyetçi seçmenin oyuna ihtiyacı var. Bu süreçte onların gözüne hoş görünecek işler yapmak zorundalar. Kürt illerinde yeniden savaşı kışkırtarak batı da da fetih tarzı etkinliklerle milliyetçilere hoş görünecek işlerle onları kendi safına çekmeye çalışacak.

    Fetih gösterisinin mezhepsel bir içerikle siyasal İslamcı bir gösteriye ve Recep Tayyip Erdoğan şovuna dönüşeceği de çok açık. Erdoğan, cumhuriyeti yıkan yeni Türkiye’nin fatihi olarak belleklere kazınmaya çalışılacak.

    Bir de işin ekonomik boyutu var hem ülke hem de Antalya ekonomisi çöküş sinyalleri veriyor. Antalya’nın 2016 yılı sonu ekonomik verilerine kısaca bakarsak ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Antalya Ticaret ve Sanayi Odasının 2016 yılı verilerine göre Antalya ekonomik olarak her açıdan geri gidiyor. İşte rakamlarla Antalya’nın durumu:

ü  Kente gelen turist sayısı yüzde 44 azalarak 10 milyondan 6 milyona geriledi
ü  SGK’lı çalışan sayısı yüzde 9,5 azalarak 586 binden 530 bine geriledi
ü  SGK’lı esnaf sayısı yüzde 3,6 azalarak 94 bin 900’de 91 bin 400 geriledi
ü  Ödenen çeklerin oranı yüzde 13,3 düşerek 24 milyar TL’den 20 milyar 800 milyona geriledi
ü  Karşılıksız çeklerin oranı yüzde 21 artışla 1 milyar 162 milyon TL’den  1 Milyar 407 milyon TL’ye yükseldi.
ü  Karşılıksız çeklerin oranı yüzde 41 artışla 4,8’de 6,8 ‘e yükseldi.
ü  Takipteki krediler yüzde 31 artışla 1 milyar 729 milyon TL’den 2 milyar 261 milyon TL’ye yükseldi.
ü  Yaş sebze meyve ihracatı yüzde 21.2 düşüşle 318 milyon dolardan 251 milyon dolara geriledi.
ü  İhracat yüzde 3 düşüşle 913 milyon dolardan 885 milyon dolara geriledi.

     2017’nin 2016’dan daha kötü olacağı aşikar. Yani şu anda Antalya’da kutlama yapılacak bir durum yok. Ama AKP ve saray iktidarı ülkeyi getirdikleri noktayı saklamak için geçmişin ihtişamıyla halkı avutmaya çalışıyor. Her gün yoksullaşan, evlerine gitmek için saatlerce otobüs duraklarında bekleyen, sokaklarında mültecilerin, dilencilerin kol gezdiği, güvenlik endişesiyle turistlerin gelmediği, işyerlerinin birbir kapandığı Antalya’yı fetih şovuyla maskelemeye çalışıyorlar.   Ama mızrak çuvala sığmıyor Antalya, her geçen gün kötüye gidiyor. 

     Bu kötü gidişe çözüm bulmak yerine kenti yönetenler hamasi işlerle uğraşıyor.
Ekonomi kötü diye diş macununa bile vergi koyanlar, halka dolar bozdurun diyenler, emekçilere zorla bireysel emeklilik dayatanlar parayı fetih şovlarında har vurup harman savuruyorlar.

   Oysa, Hitit,Likya, Pamphilya, Bergama,Roma,Bizans,Selçuklu,Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiye’sinin izlerini taşıyan bu kent  fetih şovundan daha iyilerini hak ediyor.