28 Aralık 2013 Cumartesi

Kırk Günlük Bebekler Ölmesin Diye…


Birileri ayakkabı kutularına milyonları koyarken, ülkemin bir yerinde bir ana ayakkabı kutusu kadar mezara, soğuktan donan bebeğini koydu.


Konya’da kırk günlük bebek, soğuktan donarak hayatını kaybetti. Ülkeyi yönetenler, servetine servet katmak için her türlü yolsuzluğu yaparak, halkı açlığa ve sefalete mahkum ettiler.  Onlar mevki ve makamlarını korumanın derdinde hak hukuk tanımazken, kırk günlük bebek ısınamadığı için donarak hayatını kaybetti. Ne ısınacak bir sobası ne karnını doyuracak, büyümesini sağlayacak gıdası vardı. Birileri ayakkabı kutusuna milyon dolarlar koyarken, o bir kibrit kutusu kadar yiyeceğe muhtaçtı.

Ebru GÜNDEŞ hayali ihracatçı vurguncu kocası hapse girdiği için “çocuğum incinir” diye gözyaşı dökerken, kırk günlük bebeğini kaybeden anne, evlat acısıyla kameralar karşısında acısından konuşamıyor, evladını koruyamamanın verdiği incinmişlikle kameralardan uzaklaşıyordu. Ebru GÜNDEŞ’in gözyaşları sosyal medyada, görsel medyada olay olurken, evladını soğuğa kurban veren annenin dramı üçüncü sayfa haberi olarak kaldı. Ahmet KAYA sürgüne mahkum edilirken, ona çatal bıçak fırlatılırken, evladının nasıl incindiği zerre kadar umursamayanlar, şimdi bebeğim incinmesin hikayesine sarılıyor. 

Bir anne yakacağı olmadığı için çocuğunu ısıtamazken, iktidar sahipleri çarkları dönsün, bu devran hep böyle sürsün, çocukları daha çok semirsin, halkı soysun diye nerdeyse ülkeyi ateşin içine atacaklar. Ama olsun, yeter ki kendileri kurtulsun da daha nice Ayaz bebekler soğuktan donup ölsün. Adlarındaki “adalet”i kendi iktidar güçleri için kullandılar, işlerine gelmeyince adaleti kuşa çevirdiler. Adlarındaki “kalkınma”yı meğer ceplerini doldurmak, yandaşlarını zengin etmek için kullanmışlar. Ülkenin kıymetli arazilerini hibe ettikleri yandaşların inşaatlarında yanan işçileri, okul parasını çıkarmak için ölen öğrencileri görmediler. Onlar sadece birer istatistik olarak kaldı onlar için. Bugün küstükleri polislerine, destan yazdırdılar. Kendi evlatları için kimsenin gözünün yaşına bakmazken, gözü çıkanlar için, aylardır komada olan Berkin için, Medeni, Ali İsmail, Ethem ve diğerleri için kıllarını bile kıpırdatmadılar.  

Tüm bunlara rağmen, hep mağdur olanlar onlar oldu, yalanlarla halkı kandıracaklarını zannettiler. Ama artık devran döndü. Bu halk sizin yalanlarınızla baş edemedi, ama sizde bu halkın isyanıyla baş edemeyeceksiniz. Hoca efendinizin beddualarıyla değil, halkın isyan ateşiyle yıkılacaksınız. Yıkılacaksınız ki Ayaz bebeklerin ömrü kırk gün olmasın, analar bir daha ağlamasın.

18 Aralık 2013 Çarşamba

Yolsuzluk Düzeni!


Yıllardır eylemlerde attığımız bir slogan vardı: “Yolsuzluk ve yoksulluk düzenine son” diye.


AKP iktidara geldiği günden beri, kendinden önceki iktidarlara rahmet okutan liberal politikalar uyguluyordu.  Ülkenin kamu kaynakları bir bir özelleştirildi, kamu arazileri yandaşlara peşkeş çekildi, kamu bankalarından iktidara yakın şirketlere sorgusuz sualsiz krediler verildi. Ülkenin dereleri, tarihi alanları rant uğruna satıldı. İşte AKP bu talan düzeni üzerine oturdu, halende oturuyor. 

Bu düzene karşı yazılı ve görsel medya üç maymunu oynadı. Bizler bunları söylerken, onlar “büyüyen bir ekonomiden, dünya sıralamasında bilmem kaçıncı ekonomi olduğumuzdan” bahsedip durdular. Adeta rakam sağanağına tutuluyorduk.  Ülke kaynaklarının satılması, milyonların yoksullaşması, kimsenin umurunda olmadı. Milyonlar yoksulluğa mahkûm edilirken, iktidara yakın olanlarsa ülkemizdeki milyonerler listesinde sıralamaya giriyorlardı. İnsanlar parasızlıktan cüzdan bile taşıyamazken, AKP’li bakanların çocukları, yandaşları paraları ayakkabı kutularında kasalarda istiflemişler.   

Bu kadar pisliği hiçbir şey kaldıramazdı, muhakkak bir gün patlayacaktı. Ancak bu patlama, bir zamanlar ittifak halinde olan iki gücün kapışması sonucu ortaya çıktı. Geçmişte bir birine rakip olan, ancak konjonktür gereği daha sonra rekabeti bir kenara bırakıp “kazan kazan” formülünde birleşen iki gücün kapışması. Ergenekon operasyonları başta olmak üzere, KCK ve şike operasyonlarında omuz omuza verdiler. Siyaseten rakip gördüklerini tasfiye ettiler. Referandum sürecinde, mezardakilere bile oy verdirdiler. Hepsini güle oynaya yaptılar. Başbakanın meşhur deyişiyle, tüm bunlar olurken ve yaşanırken, “hepsi oradaydı, yan yanaydı.” Tüm bunları yaparken, gözleri önünde yaşanan yağmaya talana da seyirci kaldılar. Görmezden geldiler. Beklide bir gün lazım olur, gün gelir kullanırız diye yaşanan rezillikleri arşivlediler. Kısaca yaşanan her türlü işi birlikte yaptılar. Cemaat aşağıdan, iktidar yukarıdan el birliğiyle her şeye hâkim oldular. 

Bu gün bir birine karşı kullandıkları şikâyet ettikleri her şeyi, büyük büyük sloganlarla duyurdukları operasyonlarda karşı taraf için kullandılar.  Şimdi ikisi de her şeye tek başına hâkim olmak için çarpışıyorlar. Zorunlu olarak kurdukları hâkim ittifak, çatlamış durumda. Pislikleri bir bir ortaya dökülmeye başladı.  Bu çatışmada haklı olan bir taraf yok. Bu ülkeyi bu hale el birliğiyle getirdiler. Yaşananlar Gezi isyanının haklılığının, bir kere daha, ispatı oldu. Gezi Parkı bu kokuşmuş düzenin sürmesi için, birilerine peşkeş çekilecekti. İsyan sadece bir parkı kurtarmadı; AKP’nin diktatöryal yüzünü açığa çıkardığı gibi yağmacı düzenine de bir darbe vurdu.  Şimdi ortaya dökülenler, belki de iktidarın en zayıf noktası olan yolsuzlukların, sadece küçük bir kısmı. Bu yolsuzluk düzenine karşı halk muhalefetini yaratarak, Gezi Parkı direnişinde olduğu gibi, hatta ondan daha güçlü bir şekilde tepki vermek gerekir. Şimdi zaman zengin dostu, yoksul düşmanı AKP düzenini yıkarak Türkiye’yi yeniden kurma zamanıdır.