Yeni
Şafak Gazetesi yazarı Yusuf KAPLAN gazetedeki köşesinde Arkeolojiyi ve
Arkeolojik kazıları hedef alan bir yazı kaleme aldı. Yusuf Kaplan’ın “Arkeolojik emperyalizm, bu topraklardan İslâm’ın izlerini siliyor ama biz uyuyoruz yine!*” başlıklı
yazısı bir gericinin hezeyanları olarak değerlendirilerek geçilebilecek bir
yazı değil. Bu zihin dünyası bugün iktidarda ve tüm bu toplumu her alanda esir
almak istiyor. Arkeolojide bundan muaf değil maalesef.
Arkeolog Halid Esad 18 Ağustos 2015'te Palmira Antik Kentinde IŞİD tarafından katledildi |
Yusuf
Kaplan yazısına “Arkeoloji; sona ermiş,
bitmiş bir tarihin korunması bilimi olarak kabul edilir. Tam anlamıyla
hurafedir bu! Üstelik de en masumane gözüken çağdaş hurafelerden biri!
Arkeoloji, savaşmadan tarih
yapmanın en kestirme yoludur. Tarihi çarpıtmanın ve yeniden yazmanın...
Başkalarına tarih dayatmanın... Dahası, senin atalarının yaşamadığı bu imal
edilmiş tarihi, dünyaya satmalarının...”
gibi bilimsellikle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir arkeoloji tanımı
yapıyor.
Öncelikle
kendisine arkeolojinin ne olduğunu hatırlatarak başlayalım. Arkeoloji kelime
manasıyla eskinin bilimidir. Eski medeniyetleri maddi kalıntılar yolu ile
inceleyen bir bilimdir. Eski çağlardan günümüze kalmış her çeşit eserin
incelenmesi arkeolojinin alanına girer. Somut kalıntılardan dolayı arkeoloji
geçmişteki insan emeği olarak da tarif edilir. Tarih ile devamlı işbirliği
halindedir. Jeoloji, Antropoloji, Filoloji, Sanat Tarihi gibi birçok bilimden
de faydalanır**.
Bu arada
belirtmeden geçmeyelim; Türk Dünyası ve Ortaçağ Arkeolojisi ya da Türk-İslâm
Arkeolojisi gibi ana bilim dalları da ülkemizde eğitimlerine devam ediyor. Yani
böylesi bir köşe yazısını kaleme alma yeteneği olan bir yazardan bu küçük
nüansları bilmesini de beklerdim. Sözüm ona karşısında durduğu kavramın ne
olduğunu bilmesi için.
Arkeolojiyi,
geçmiş zaman ölçeğiyle ve somut kalıntılara dayanarak, uygarlığın gelişim
sürecini geleceğe katkıda bulunmak amacıyla anlamaya ve yorumlamaya çalışan
bilim dalı olarak da tanımlayabiliriz.
“Binlerce
yıldır bir imbikten süzülürcesine doğanın ve onun bir parçası olan insanın
ellerinden çıkan materyal kültür kalıntıları aracılığıyla nereden nereye geldik
ve nereye gidiyoruz?” Sorularının cevaplarını arayan, bir nevi gelecek
mühendisliği çalışmaları olarak yapılan arkeolojik çalışmalar ve yayınların batı
merkezci bir eksende kalıp toplumumuzun kullanımına sunulamamasının başat
faktörleri arasında kavram karmaşasını hayatının her alanında yaşamakta olan bu
zihniyetin temsilcileri bulunmaktadır. Geçmeyen, geçmiş olarak da
adlandırılabilecek olan geleneklerden tutun da salgın hastalıkların
reçetelerine kadar hemen her şey aslında arkeolojik, numismatik, epigrafik
kaynaklar ve sözel bellek aracılığıyla günümüze ulaştı.
Arkeolojinin
amacı sadece geçmişe ait bir şeyler bulmak değil, geçmişi anlamak ve ortaya
çıkan bilgiyi günümüzde yaşayan insanların kimliklerini zenginleştirecek,
onların uygarlık süreci içinde yerlerini anlamalarına, bunun önemini
hissetmelerine yardımcı olacak şekilde kullanmak ve bu birikimi gelecek
kuşaklara aktarmaktır. Kısaca arkeolojiyi bir zaman laboratuvarı olarak da
tanımlayabiliriz***
Biraz
uzun bir tanım oldu ancak arkeolojinin ne olduğunun iyi kavranması Yusuf KAPLAN
gibi gericilerin safsatalarına cevap olması açısından önemli. Devam edelim.
Yusuf KAPLAN
yazısında arkeoloji eliyle Anadolu’nun “İslami
köklerinden“ koparılmak istendiğini, yapılan kazılarla “İslam’ın izinin silinmek” istediğini
iddia ediyor. Bütün bir yazı bunu temellendirmek için yazılmış. Arkeolojinin
öyle bir niyeti olsa yeryüzünde tek tanrılı bir din zaten kalmaz. Arkeoloji
kimsenin diniyle uğraşmaz, herhangi bir dinin izlerini tarihten silmek için
uğraşmaz.
Yusuf KAPLAN
arkeolojinin tanımını bilmediği gibi ülkemizde arkeolojinin gelişim sürecinden
de bihaber. Ülkemizde arkeoloji, Yusuf KAPLAN ve diğer İslamcıların torunu
olduklarını iddia ettikleri Osmanlı Döneminde gelişmeye başlamıştır. Osman
Hamdi Bey sayesinde Arkeoloji 19. Yüzyılın ortalarında sağlam temellere
oturmaya başlamıştır. Osman Hamdi Bey’in açtığı yoldan genç Türkiye
Cumhuriyeti’ de ilerlemiş ve 1932’den itibaren bilimsel temelli arkeolojik
çalışmalar Ankara ve Çorum illerinde gerçekleştirilmeye başlanmıştır.
Yusuf KAPLAN
gibilerin arkeoloji ile derdi boşuna değildir. Onlar bu coğrafyanın tarihini ve
geçmişini yok saymak istemektedirler. Arkeoloji bu topraklardan İslam’ın izini
silmek istemiyor ama Yusuf KAPLAN ve onun IŞİD zihniyeti insanlığın geçmişten
günümüze ürettiği tüm güzellikleri yok etmek istiyor. Başta ülkemiz olmak üzere,
tüm dünyayı çoraklaştırmak istiyorlar. Onların tarih anlayışı 1071 ve 1299 ile
sınırlıdır. Onun dışındakileri hep yok saymak istiyorlar.
Ülkemizde
son dönemde kültürel mirasımıza yönelik fiili saldırılar da müzelerin içinin
boşaltılması da bu zihniyetin bir tezahürüdür. Definecilerin, Taliban’ın,
IŞİD’in balyozla, dinamitle, bomba ile yaptığı yıkıntıyı Yusuf KAPLAN da
kalemiyle yapmaktadır.
Arkeoloji,
eskinin bilimidir. Geçmiş yaşanmıştır, değiştiremeyiz ama gelecek bizim
ellerimizde. Yusuf KAPLAN ve onun
zihniyetine karşı kültürel mirasımızı ve arkeolojiyi sonuna kadar savunacağız. O
ise Batı’nın atmaya çalıştığı en belirgin kazıklardan birinin cümle kisvesine
büründürülmüş hali olan “Who am i?” sorusunu düdük talimi yaparcasına
cevaplandırmaya, düz dünyayı anlamaya çalışsın, ne diyelim…
**
Saltuk, (1993) “Arkeoloji Sözlüğü” İnkılap Yayınları, İstanbul, s. 29.
***
Özdoğan (2006) “Arkeolojinin politikası ve Politik Bir Araç Olarak Arkeoloji”,
Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, s. 43.