AKP 696 sayılı
KHK ile darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ve bunların devamı niteliğindeki
eylemlerin bastırılması kapsamında görev alan kişileri hukuki, idari, mali ve
cezai sorumluluktan muaf hale getirdi. Bu kararla AKP uzun süredir düşündüğü ve
tasarladığı şeyi hayata geçirdi diyebiliriz. Bu yasayla AKP’nin iç savaşa
hazırlandığı tartışmaları yeniden alevlendi. Oysa bu yeni bir durum değil.
7 Haziran 2015
seçimleri öncesi 15 Mayıs’ta yazdığım “Geçiş Süreci Kanlı mı Olacak, Kansız mı?”(http://sabrikirdar.blogspot.com.tr/2015/05/gecis-donemi-kanl-m-olacak-kansz-m.html)
yazımda şu tespitleri yapmıştım.
7 Haziran
seçimlerine atıfla “Çünkü
iktidarın teslim edilmesi demek, siyasi bir partiden çok, çıkar amaçlı suç
örgütüne dönüşmüş olan AKP ve onun tüm lider takımının yargı karşısına çıkması
demek.
AKP seçimi kazansa dahi, uzun vadede
iktidarını sürdürme şansı giderek zayıflıyor. Özellikle ekonomik gidişatın
sürekli kötüye gidişi, Kürt sorununda inkâr ve imha politikasında ısrar,
dışarıda tecrit edilmişlikle uzun süre iktidarda kalması zor.
Geriye
iktidarda kalmanın birkaç yolu kalıyor. Ülkeyi Suriye ile olası bir savaşa
sürüklemek (Bu ihtimal bugün halen geçerli. Sürekli Afrin’e dönük
yapılan tehditler bu ihtimalin halen masada olduğunu gösteriyor) İkinci ve belki
de en kuvvetli olasılık, ülkeyi iç savaşa sürüklemek. Yani AKP iktidardan
düşmemek uğruna, ülkeyi bir iç savaşa sürüklemekten kaçınmayacaktır… AKP bir
yandan kolluk gücünü, sokak hâkimiyetine karşı gerici, ırkçı esnafı polis ilan
ederek, sokağı terörize etmeyi amaçlıyor… AKP’nin olası bir vurucu gücü de ülke
içine çöreklendirdiği cihatçı teröristler olacaktır. Bugün ülkemizden gidip,
Suriye’de savaşan çetecilerin vurucu güç olarak kullanılmayacağını kimse
garanti edemez. Öyle ki bugün neredeyse ülkemizde IŞİD hücresi olmayan il yok
gibi.”
7 Haziran ve
sonrası yaşananlar bu tespitleri adeta doğruladı. 7 Haziran’da tek başına
iktidar şansını kaybeden AKP, halkın iradesini yok sayarak, seçimi 1 Kasım’da
tekrarlattı. 1 Kasım’a kadar da gayri resmi bir OHAL uyguladı. 5 Haziran’da
Diyarbakır’da başlayan bombalı saldırılar, 20 Temmuz’da Suruç’ta ve 10 Ekim
Ankara’dakilerle devam etti. Yapılan tüm bu bombalı saldırıların istihbaratının
önceden alındığı ve engellenmediği açığa çıktı.
Bombalı
saldırılardan sonra muhalefet partileri miting yapamaz, sivil toplum örgütleri,
sendikalar adeta sokağa çıkamaz hale getirildi. Bombalı saldırılar seçimden
sonra ki süreçte de devam etti. Bir taraftan IŞİD, bir taraftan TAK sivil halkı
hedef alan saldırılarını sürdürdüler.
Ardından Kürt illerinde başlayan hendek
savaşıyla AKP, şiddetin ve baskının dozajını artırdı.
O dönemde
özellikle evlerin duvarlarına yazılan “Esedullah Timi burada” yazıları gelmekte
olanın habercisiydi. Operasyonlara katılanların Arapça konuştuğu, saldırırken
tekbir getirdiği ve halka işkence ettiği sıkça dile getirildi.
Tüm bu bombalı
saldırılar ve yıkılan, yok edilen şehirlere rağmen, AKP istediğini elde
edememişken, imdada 15 Temmuz İslamcı Faşist Askeri Darbe girişimi yetişti.
Erdoğan’ın o gece İstanbul Atatürk Havalimanı’nda söylediği “Bu darbe girişimi
Allah’ın bir lütfüdür” sözünün ne kadar doğru olduğu sonraki süreçte görüldü.
Erdoğan ve AKP bu lütfün hakkını sonuna kadar verdiler, vermeye de devam
ediyorlar. Darbe bahanesiyle 20 Temmuz’da ülke tamamında ilan edilen
OHAL’le ve çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle yeni bir rejim inşasına
girişildi. Devlet BAHÇELİ’nin MHP’sinin desteğiyle Başkanlık Sistemi
referanduma götürüldü.
16 Nisan’da
gerçekleştirilen referandumda, herkesin gözü önünde bir YSK darbesi gerçekleşti
ve halkın iradesi gasp edildi.
İradesine sahip
çıkmak için halk sokağa çıkarken, ana muhalefet CHP aleni hırsızlığa razı oldu.
Sokağa çıkıp oylara sahip çıkmamayı “sokağa çıksaydık, AKP silahlı güçleri
sokağa çıkaracaktı” diyerek ifade ettiler. O gün bundan kaçanlar için artık
yolun sonuna gelindi, AKP o güçleri artık kanunla koruma altına aldı. AKP artık
kendisine yönelecek her muhalefeti terör kapsamına sokarak bastıracak ve sokağa
çıkacak olanlara karşı oluşturduğu silahlı güçleri kullanmaktan da
çekinmeyecektir.
Herkesin ortak
olduğu görüş, AKP’nin seçimle gitmeyeceğidir. Başkanlık sistemi önce kendi evlatlarını
yemeye başlamıştır. AKP’nin seçilmiş belediye başkanları, il ve ilçe başkanları
Erdoğan’ın baskısıyla teker teker istifa ettirilmiştir.
Erdoğan’ın “belediye
başkanlığı seçimlerini kaldırmayı” açık açık deklere ettiği bir ortamda, halen
2019’da adil bir seçim olacak gibi davranılmaktadır.
Ülke bugün
kaçAK saraydan, tek adam rejimiyle ve faşizmle yönetilmektedir. Devlet aygıtı
da buna göre yeniden şekillendirilmektedir. Darbe girişimine karşı ilan edilen
OHAL’in kaldırılmayacağı artık kesinleşmiştir. Sürekli bir OHAL’le kaçAK saray
rejimi yoluna devam edecektir.
Erdoğan’da iyi
bilmektedir ki kendisini iktidara taşıyan dış destek artık ortadan kalkmıştır.
Kapitalist sistem içinde bir tarafında ABD-AB, diğer tarafında Rusya ve Çin’in
yer aldığı çok kutuplu bir yapı ortaya çıkmıştır.
Erdoğan her dara
düştüğünde bu kutuplardan birine yaslanarak, derdine çare aramaktadır. Rus
uçağı düşürülünce, ABD ve Nato’ya, 15 Temmuz yaşanınca, Rusya’ya yanaşmakta bir
sakınca görmemektedir. Tüm bu bloklarda Erdoğan’ın sona doğru yaklaştığını
görmekte, Osmanlı’nın son dönemi gibi “ne koparırsak kardır” mantığıyla Erdoğan’ın
saray rejiminden istediklerini almaktadırlar. Ruslar s-400 satarken, ABD’liler
yolcu uçağı satabiliyor.
Erdoğan içte
ve dışta sıkıştıkça, şiddetin ve baskının oranını artırmaya devam edecektir.
Artık bu yeni
döneme, yeni mücadele taktikleriyle hazırlanmalıyız. Artık eski tarz örgütlenme
biçimleriyle, günlük yapılan basın açıklamalarıyla bu süreci sürdüremeyiz. AKP’nin
siyasi ve ekonomik enkazının mağdurlarının sayısı her geçen gün artmaktadır.
AKP açıkça halka karşı bir savaş hazırlığındadır. Elindeki OHAL ve KHK gücüyle
halkın örgütlenmesi yolundaki her türlü aracı elinden alacak, KHK’larla
insanları açlığa mahkûm etmeye devam edecektir.
Bugün
devrimcilere düşen görev, tüm olumsuzluklara rağmen bu yeni döneme göre mücadele
etmektir. AKP ve kaçAK saray rejiminin saldırılarına karşı korku ve yılgınlığa
kapılmak yerine, devrimci mücadele ve direniş ruhumuzu yeniden örgütlemeliyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder