26 Kasım 2019 Salı

1,5 Lira


Markete gitsek 1,5 TL’ye ne alabiliriz? En fazla birkaç tane sakız, belki küçük bir çikolata... Pazara gitsek en fazla bir bağ maydanoz, daha fazlası değil.


AKP’nin ülkeyi içine düşürdüğü ekonomik kriz her gün yeni acılara yol açıyor. En son İzmir’de Ali Kabasakal adlı bir yurttaş yaşamına son verdi. Eşinin “pazara gidelim” demesi üzerine “sen biraz oyalan, duşa gireyim” diyerek girdiği banyoda av tüfeğiyle yaşamına son verdi. Cebinden 1,5 TL çıkmış. Belli ki eşine “paramız yok pazara gidemeyiz” demeyi gururuna yedirememiş.  Ataması yapılmadığı için yaşamına son veren öğretmen Ersin Turhan’ın da cebinden 10 TL çıkmıştı. İbrahim Yeşilbağ da atanamayan bir öğretmendi, o da canına kıydı, onun da cebinden 6 TL çıkmıştı.


Kocaeli’nde çoğu ekonomik sebeplerle 33 günde*, aralarında bir
doktor ve bir imamında olduğu dokuz kişi intihar ederek yaşamlarına son verdiler.


Ekonomik gerekçelerle insanların bireysel olarak intihar etmelerine çokça tanık olduk ama bu sefer siyanürle ailecek intihar edenler olduğu gibi ailesini de öldürenler oldu. Hepsi de ekonomik gerekçelerle.


İnsanlar ailecek canına kıyarken ülkeyi yönetenler ne yapıyor? Ekonomik kriz yok, işsizlik yok demeye ve siyanürün internetten satışını engellemeye çalışıyorlar. Bulabildikleri tek çare bu.


Çünkü krizi yaratanların krizi çözmesi mümkün değil. AKP’nin 17 yılda ülkeyi getirdiği nokta ortada, işsizlik rekor düzeyde, hayat pahalılığı her geçen gün artıyor, yapılan zamlar yetmiyor, krizin bedelini yine halka ödetmek için yeni vergiler, harçlar ve cezalar konuluyor. Emeklilikte yaşa takılanlar için bütçe bulunamıyor, öğrencilerin kredi borcu silinemiyor ama saraya bütçe dayanmıyor. Halka bütçe bulunamazken saraydaki yerli ve milli halıya 324 bin lira bulunabiliyor.


 Halkın sırtına bindikçe binilirken, yandaşlara kıyak üstüne kıyak çekiliyor. Vergi borçları siliniyor, yeni teşvikler veriliyor, ballı ihalelerle ödül üstüne ödül alıyorlar.


Yandaşlar semirdikçe semirirken, halk faturasını ödeyemiyor, pazara çıkacak para bulamıyor, borcunu ödeyemiyor, borçlanmanın ve geçim sıkıntısının getirdiği bunalımla, içine düştükleri çaresizlikten dolayı tek çıkış yol olarak intihar etmeyi seçiyor.


İktidar halkın durumunu görmezden gelirken kendisine ana muhalefet diyenler ne yapıyor? Onlar, "saraya gittin, gitmedim" kavgasındalar. Daha önce hiç gitmemişler gibi. Her çağırıldığınız da sürekli gidiyorsunuz, bu neyin kavgası? Bir kere daha gitmiş olmanız bir şey değiştirmez. Halk zamlarla, yoksullukla boğuşurken siz kendi ikbaliniz için kavgaya devam edin.


Meclisdeki muhalefet halkın sorunlarına kulaklarını tıkamış olabilir. Ama bizler tıkayamayız. Şu an için tek gündemimiz bu olmalı. Halka çaresiz olmadıklarını, bu dertlerinin, sıkıntılarının asıl sorumlusunun ülkeyi yönetenler olduğunu anlatmalıyız. Onlarla dayanışma içerisinde olacak ağlar oluşturmalıyız.

*https://www.kocaeligazetesi.com.tr/haber/3372895/kocaelide-33-gunde-9-intihar

6 Ekim 2019 Pazar

Dokuz Yaşında Donup Kalan Gözler


Kocaeli’nde yaşayan 9 yaşındaki Suriyeli Vail El Suud’un okulda sürekli ayrımcılığa uğradığı için mezarlık kapısına kendini asarak, yaşamına son verdiği iddia ediliyor.

Vail El Suud’un babası da Oda TV’ye yaptığı açıklamada çocuklarının, okuldaki arkadaşları tarafından “sen Suriyelisin” denerek çocuğunun sürekli dışlandığını söylüyor. Ve devamında "Sürekli Suriyeliler gitsin deniyor. Daha ne kadar buna maruz kalacağız. Bunu diyenlere sesleniyorum: Bize ayda bir toprak parçası verin gidelim. Yoksa nereye gidelim. Buraya geldik çünkü Türkleri kardeşimiz olarak gördük. Suriyeliler gitsin diyenlerin bizi kendi iç siyasi tartışmalarına alet ettiklerini düşünüyorum. Oğlum, gerçekten intihar mı etti öldürüldü mü bilmiyorum, araştırılsın*” diyor.

İntihar mı cinayet mi? Elbette şu an gerçeği bilmiyoruz. Gerçek olan bir şey var, o da dokuz yaşında bir çocuk artık aramızda değil. Ondan geriye kalan iki donuk göz sadece. Gerçek olan bir şey var, ırkçılık yüzünden de intihar etmiş olma olasılığı. Yaratılan nefret dili, bir çocuğu bile canından bezdirecek boyuta ulaşmış durumda. Gerçek olan bir şey var, o da Vail’in öldürülmüş de olabileceği. Çünkü ülkemiz çocuklar, kadınlar, hayvanlar, mülteciler için adeta cehennem gibi. Her gün çocuk istismarı, kadın cinayetleri, hayvanlara işkence haberlerini duyuyor, görüyoruz.

Ülkemizde ki bütün kötülüklerin anası sanki Suriyelilermiş gibi sürekli hedef gösteriliyorlar. İşsizlik Suriyeliler yüzünden, hastane de sıra beklemek o da Suriyeliler yüzünden, dilenciler artıyor Suriyeliler yüzünden, üniversiteye giremiyoruz, Suriyelileri sınavsız alıyorlar… Liste uzar gider. Ve bunların da çoğu yalan bilgiler.

Ama gerçek olan bir şey var ey halkım, sen Suriyeliler yüzünden bu halde değilsin. Sen Suriyelilerin ülkesinde iç savaşı körükleyen, emperyalist güçlere taşeronluk yapan AKP iktidarı yüzünden bu haldesin.

Senin hesap sorman gereken sokakta, mahallende yan yana yaşadığın, tekstil atölyesinde, en kötü işlerde üç kuruşa, güvencesiz olarak beraber çalıştığın, aynı yoksulluğu paylaştığın Suriyeli değil, hesap sorman gereken 8 yıldır egemen bir ülke olan Suriye’nin yıkılması için uğraşan, kapıları açalım yüzbinlerce mülteci gelirse BM Suriye’ye müdahale eder hayali gören, ülkemizi cihatçı otobanına çeviren, mültecileri Avrupa Birliği’ne karşı adeta rehine gibi kullanan, AKP iktidarıdır.

Senin yoksulluğunun da, işsizliğinin de, hastane kapılarında sıra beklemenin de, çocuğunun okuyamamasının da tek gerçek sorumlusu AKP’dir. Seni Suriyelilere karşı kışkırtanlar, gerçek sorumluları görmeni istemeyenlerdir.

Milliyeti ne olursa olsun dokuz yaşında bir çocuk artık ölmesin, o gözler donup kalmasın istiyorsan, bu karanlığı yaratanlara artık “Dur” demelisin.

21 Mayıs 2019 Salı

Sinan Sertel'in Asıl Katili Örgütlü Kötülüktür


Olympos Antik Kenti kazı ekibinde yer alan Uzaman Sanat Tarihçi Sinan Sertel , ağaç kesme yüzünden tartıştığı  Sadık Poyraz tarafından kalbinden bıçaklanarak öldürüldü.

Sinan Sertel’in öldürülmesi münferit bir olay değildir. Öldürülme nedeni sadece ağaç kesme meselesi de değildir. Sinan Sertel’i öldüren şey toplum olarak geldiğimiz noktadır. Daha doğrusu getirildiğimiz noktadır.


Sinan Sertel’in öldürülmesinden bir hafta önce yine kentimizde bir gazeteci İdris Özyol  bir siyasi partinin ilçe başkanının hedef göstermesiyle öldüresiye dövüldü. Saldırganlar gözaltına alındıktan sonra serbest bırakıldılar. Ellerini kollarını sallayıp aramızda dolaşıyorlar.

Maalesef bu saldırganlar ülkeyi yönetenler tarafından da makbul vatandaş olarak sahiplenilmektedir. Bu makbul görülme ,sahiplenilme, bu kanunsuzluk hali, yaptıklarının yanlarına kâr kalması, katilleri ve potansiyel katilleri cesaretlendirmektedir.

Bu cesaretle örgütlü bir kötülük hızla topluma yayılıyor. Kendisi gibi düşünmeyen, yaşamayan herkese saldırıyor.

Bu örgütlü kötülük sadece insanlara yönelmemekte, doğaya, hayvanlara, sanata, iyiye ve güzele dair ne varsa ona saldırmaktadır.

Herkes kendi başına küçük bir “Reis” olmuş durumda.

Sinan Sertel’i öldüren Sadık Poyrazda; dükkânına kartopu geldiği için Nuh Köklü’yü öldüren bakkalla, Ali İsmail Korkmaz’ı öldüresiye döven fırıncılarla, arabasına erik çekirdeği attığı için bir çocuğu öldüresiye döven magandayla,  hakkını arayan kişilere döner bıçaklarla saldıran esnafla, başka bir takımı tutuyor diye insan  öldüren holiganla, dolmuşta karısı döven kocayla, şehre inen bir domuzu linç etmeye çalışanlarla, altın bulacağım diye tarihi eserleri dinamitle patlatan definecilerle, bir partinin genel başkanının sığındığı evi yakmak isteyen kadınla, bar çalışanını döverek öldüren patronla  aynı  örgütlü kötülüğün birer üyeleridir.

Bizlere düşen başka Sinan Sertel’ler yitip gitmesin diye bu örgütlü kötülüğe karşı mücadele etmektir.


26 Şubat 2019 Salı

Tarihi Eserleri Yıkıp Yenisini Yapmak


Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan katıldığı bir televizyon programında bir soru üzerine: “yatay şehirleşmeye öncelik verdik. Süleymaniye’nin etrafı şu anda yenileniyor. Tarihi eserler vs. Katar - Türkiye – KİPTAŞ işbirliğiyle yıkılıp aslına uygun şekilde inşa edilecek” ifadelerini kullandı.

Ülke yönetiminin en tepesindeki kişi tarihi eserleri yıkacaklarını
ifade ediyor. Dinleyince dehşete düştüm. Diyebilirsiniz ki bir dil sürçmesi. Dil sürçmesi falan değil,  akılda olanın dışa vurumu. Çünkü AKP iktidar olduğu günden bugüne tüm yatırımını inşaat üzerine kurmuş durumda. Baktıkları her yerde inşaat ve rant görüyorlar. Deprem toplanma alanlarından SİT alanlarına, kentlerin içindeki yeşil alanlardan ormanlara kadar her yer ranta kurban gitmiş durumda.  Tüm itirazlara, tepkilere rağmen Hasankeyf ve Allianoi antik kentleri üzerine baraj yapıldı. Phaselis antik kentine otel yapımı için izin verildi, tepkilerden sonra vazgeçildi.  Birçok antik kentin üzerine AVM yapılmasına izin verildi. İçerisinde tarihi kalıntılar olan araziler imara açıldı. Tüm bunlar yapılırken iktidarda AKP ve onun lideri Recep Tayyip Erdoğan vardı. Hem Başbakan hem de Cumhurbaşkanı olarak.
  Tüm bunlar ortadayken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın beyanı bir dil sürçmesi veya yanlış bir ifade olarak geçiştirilemez.

Bir anlığına dil sürçmesi olarak kabul etsek bile,  tarihi eser gerçekten yeniden canlandırılmak isteniyorsa da o tarihi eser yıkılıp yeniden yapılamaz. Aslına uygun şekilde yeniden restore edilir.  Bu restorasyonlar da işin uzmanlarınca yapılmalıdır. Ama ülkemizde restorasyon çalışmalarının nasıl yapıldığını da hepimiz biliyoruz. Ayrıca her tarihi eserde restore edilmek zorunda değil.

Şimdide yıkılıp yeniden yapılacak denilen tarihi yapıların KİPTAŞ adlı inşaat şirketi tarafından yapılacağını öğreniyoruz. İşin Katar bölümüne hiç girmiyorum bile. En son tank palet fabrikasının Katarlılara satışından sonra tarihi eserlerin yıkılması işinde de Katarlıların olması kimseyi şaşırtmıyor.

Birçok kez ifade etmeye çalıştım, bu iktidarın kendi ideolojisine uygun bir tarih anlayışı var. Tarihin bu anlayış dışında kalan bölümü de umurlarında değil. Bunu imara açılan SİT alanlarından, defineciliğe göz yummalarından, yanlış restorasyon sonucu tanınmaz hale gelen tarihi eser ve yapılardan anlayabilirsiniz.

Normal bir ülkede bir Cumhurbaşkanı "tarihi eserleri yıkacağız" dese yer yerinden oynar. Bakıyorum, bizim ülkemizde özellikle arkeologlar ve tarihçiler kafayı kuma gömmüş durumdalar. Bakalım bu olup bitenlere sessiz kalmaya daha ne kadar devam edecekler. Birgün Efes ya da Perge antik kentlerinden biri  üzerine rezidans yapılması için bu antik kentler Katarlılara  tahsis edilince de böyle sessiz kalmaya devam edecek misiniz? “Yok ya, olur mu öyle bir şey?” mi dediniz?



24 Ocak 2019 Perşembe

Kültürel Mirasımızı Yağmalatmayacağız!




Son günlerde definecilik adı altında ülkenin kültürel mirasına yönelik saldırılar arttı. Ve bu saldırılar artık daha da örgütlü. Çocukluğumuzun öyle altın peşinde koşan elinde kazma kürek dolaşan insanları değil bunlar. Tamamen bilinçli bir şekilde örgütlü hareket ediyorlar. Önce, Anadolu Definecileri Eğitim ve Araştırma Derneği diye dernek kurdular. İl il dolaşarak definecileri eğitmeyi planlıyorlarmış. Hatta birkaç ilde toplantılarda yapmışlar. 

Defineciler şimdide “Define” adıyla dergi çıkarmaya başlamış. İnternetten de satışı var. Ayrıca yapılan kaçak kazılar internet üzerinden yayınlanıyor hatta internet üzerinden eserlerin satışı yapılıyor. 


Geçtiğimiz günlerde HaberTürk gibi ulusal bazda yayın yapan bir haber kanalında define nasıl aranır diye program bile yapıldı. Yani anlayacağınız ülkemizin kültürel mirası örgütlü bir saldırı altında. 

Ülkemizde kültür varlıklarının korunmasına dair bir yasa var elbette ama bu defineciliğin ve kaçak kazıların önüne geçemiyor. Birçok kez ifade ettim, öncelikle bu ülkenin tarihe bakış açısını değiştirmesi lazım. Bu ülkenin, bu coğrafyanın tarihi 1071 veya 1299’la sınırlı değil. Bu topraklarda yaşamış gelip geçmiş tüm medeniyetleri sahiplenmeliyiz. Tarih ve kültür politikamızı buna göre belirlemeliyiz. Tarihin belirli bir kesitine sahip çıkıp gerisini kaderine terk edemeyiz. Bu nedenle, bu alanda ciddi bir politika değişikliğine ihtiyaç var.

Öncelikle Turizmden ayrıştırılarak, Kültür Bakanlığı yeniden kurulmalıdır. Arkeolojik alanlar korunaklı hale getirilmeli bu konudaki yasal boşluklar giderilmelidir. Kaçak kazılarda kullanılan dedektörlerin bu amaçla satışı ve kullanımı yasaklanmalı, defineciliği özendiren ve teşvik eden yayınların çıkarılması ve bu amaçla yayınlar yapılmasına müsaade edilmemelidir. 

Yukarıda sıraladığım hususlar ancak ciddi bir kamuoyu ve toplumsal bir baskı oluşturulursa hayata geçirilebilir. Yoksa görüldüğü üzere defineciler bile, biz Arkeologlardan daha örgütlüler. Sesleri daha gür çıkıyor. Bu işin önü alınmaz gerekli mücadeleyi yapmazsak yarın daha da güçleneceklerdir. Yarattıkları kamuoyu baskısıyla da siyasilerden istediklerini de alırlar. 


Bu nedenle definecilikle mücadele sadece Arkeologların tepkisiyle çözülebilecek bir mesele değil. 

Kısa vadede yapılacak en etkili şey “Kültürel Mirasımızı Yağmalatmayacağız” diyerek bu konuda toplumun tüm duyarlı kesimlerini işin içine katarak ciddi bir mücadele yürütmektir. Kitlelerin bu konuda eğitilmesi gibi mücadele başlıkları ise uzun vadede olacaktır. 

Bu nedenle Arkeologlar olarak daha güçlü ve sahici bir mücadele yürütmeliyiz. Bu konuda özellikle kamuoyunda tanınan hocalarımıza büyük iş düşüyor. Sadece beyanat vermekle artık bu işin çözülemeyeceği ortada. Bunun için gerekli olan kamuoyu baskısını ve toplumsal duyarlığı yaratmak, ülkenin aydın kesimini işin içine katmak için, taşın altına daha fazla ellerini sokmaları lazım. Hep birlikte mücadele edersek başarırız.  

8 Ocak 2019 Salı

CHP ve Ortanın Sağı


İsmet İnönü, 1965 yılında Cumhuriyet Halk Partisinin ideolojisini “Ortanın Solu” olarak ilan etmişti.

Bu değişimle Cumhuriyet Halk Partisi, tabanının güçlenen Türkiye İşçi Partisi’ne yönelmesini engellemek de  istiyordu.

Ortanın Solu’nu ilan eden, İsmet İnönü olsa da  bu ideolojiye sahip çıkan ve ete kemiğe büründüren Bülent Ecev





it olacaktı.

Bülent Ecevit* “Ortanın Solu” hareketini  sadece ideolojik değişim olarak değil, aynı zamanda, örgütsel bir değişim, parti yapısının bu ideolojiye göre yenilenmesi olarak kurgulamıştı.  Bunda da başarılı olmuştu. 1970'li  yıllarda yükselen sol dalga ve Ecevit’in kullandığı “radikal” söylemler, CHP’nin yükselişini hızlandırmıştı.

Tam 54 yıl önce “Ortanın Soluna” yerleşen CHP, şimdiyse Kemal Kılıçdaroğlu’yla  “Ortanın Sağına” yerleşmiş durumda.  Genel Başkan olduğu günden bugüne Kılıçdaroğlu CHP’yi  istikrarlı bir şekilde sağa yanaştırıyor.  Ekmelettin İhsanoğlu ile başlattığı süreç İdris Naim Şahin’le tamama ermek üzere.

31 Mart’ta yapılacak yerel seçimler öncesi  Kılıçdaroğlu partisinin stratejisini “sağın dilini kullanmak” olarak açıklamıştı. Kılıçdaroğlu ve CHP sadece sağın dilini kullanmakla kalmıyor ittifakını da sağdan kuruyor,  adaylarını da neredeyse tamamen sağdan seçiyor.

Şu artık anlaşıldı Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibinin başta rejimin değişmesi olmak üzere ülkede yaşanan  siyasi ve ekonomik değişim ve dönüşüme esaslı bir itirazları yok. Varmış gibi yapıyorlar ama attıkları her  adım ve  yaptıkları her şey  hep tam tersi istikamette.

Oysa başta kendi kitlesi olmak üzere toplumun büyük bir kesiminin AKP’nin uyguladığı sağcı, gerici ve neo-liberal politikalara itirazı var. Özellikle Eğitimin gericileştirilmesi ve piyasalaştırılması, sağlık sisteminin  tamamen bozulması, doğa ve çevre talanı, demokratik alanların neredeyse tamamen daralması, ağırlaşan ekonomik kriz, geçim sıkıntısı  vb.

Kılıçdaroğlu ve ekibi ise bu kötü gidişatı daha çok sağa yanaşarak ve sağın dilini kullanarak durduracağına inanıyor ve bu fikirde inat ediyorlar. Hem de bu fikrin defalarca yenilmiş olmasına rağmen. Kılıçdaroğlu ve ekibinin bu ısrarı ve inadı toplumu daha çok sağa mahkum etmekten başka bir işe yaramıyor. Karşı tarafta da hiçbir yankı uyandırmıyor. Hatta sağın ve faşizmin güçlenmesine katkı sağlıyor.

İşin daha vahimi kendi tabanına da kulaklarını tıkamış bir CHP yönetimi var. Bırakın ön seçimi, eğilim yoklaması bile yapmayan bir CHP Genel Merkezi var. Her seçim “bu seçim çok önemli”, “bu seçim son viraj” diyerek ve seçim günü sandıklara bile sahip çıkmayarak toplumun enerjisini sömüren toplumsal muhalefeti demoralize eden  bir CHP var.  Seçmenin kendisinden başka bir alternatifi olmadığını düşünen ve “tıpış tıpış gelip bize oy verecekler” rahatlığındalar. Bu rahatlıkla yanaştıkları “ortanın sağından”  en sağa kaymaları fazla zaman almayacaktır.

Evet, CHP içinde ciddi bir sol ve demokratik kitle var. Ve artık bu kitlenin CHP’den kopması gerekiyor, bu kitleyi CHP’den  koparmamız gerekiyor. Bunun içinde kitlelere güven verecek, sorunları çözebileceğine inandırabilecek halkın kendi gücüne dayanan devrimci bir seçeneğin güçlendirilip geliştirilmesi şart.