26 Haziran 2021 Cumartesi

ARKEOLOJİYİ SAVUNACAĞIZ

 

Yeni Şafak Gazetesi yazarı Yusuf KAPLAN gazetedeki köşesinde Arkeolojiyi ve Arkeolojik kazıları hedef alan bir yazı kaleme aldı. Yusuf Kaplan’ın “Arkeolojik emperyalizm,  bu topraklardan İslâm’ın izlerini siliyor ama biz uyuyoruz yine!*” başlıklı yazısı bir gericinin hezeyanları olarak değerlendirilerek geçilebilecek bir yazı değil. Bu zihin dünyası bugün iktidarda ve tüm bu toplumu her alanda esir almak istiyor. Arkeolojide bundan muaf değil maalesef.

Arkeolog Halid Esad 18 Ağustos 2015'te Palmira Antik Kentinde IŞİD tarafından katledildi

Yusuf Kaplan yazısına “Arkeoloji; sona ermiş, bitmiş bir tarihin korunması bilimi olarak kabul edilir. Tam anlamıyla hurafedir bu! Üstelik de en masumane gözüken çağdaş hurafelerden biri!

Arkeoloji, savaşmadan tarih yapmanın en kestirme yoludur. Tarihi çarpıtmanın ve yeniden yazmanın... Başkalarına tarih dayatmanın... Dahası, senin atalarının yaşamadığı bu imal edilmiş tarihi, dünyaya satmalarının...” gibi bilimsellikle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir arkeoloji tanımı yapıyor.

Öncelikle kendisine arkeolojinin ne olduğunu hatırlatarak başlayalım. Arkeoloji kelime manasıyla eskinin bilimidir. Eski medeniyetleri maddi kalıntılar yolu ile inceleyen bir bilimdir. Eski çağlardan günümüze kalmış her çeşit eserin incelenmesi arkeolojinin alanına girer. Somut kalıntılardan dolayı arkeoloji geçmişteki insan emeği olarak da tarif edilir. Tarih ile devamlı işbirliği halindedir. Jeoloji, Antropoloji, Filoloji, Sanat Tarihi gibi birçok bilimden de faydalanır**.

Bu arada belirtmeden geçmeyelim; Türk Dünyası ve Ortaçağ Arkeolojisi ya da Türk-İslâm Arkeolojisi gibi ana bilim dalları da ülkemizde eğitimlerine devam ediyor. Yani böylesi bir köşe yazısını kaleme alma yeteneği olan bir yazardan bu küçük nüansları bilmesini de beklerdim. Sözüm ona karşısında durduğu kavramın ne olduğunu bilmesi için.

Arkeolojiyi, geçmiş zaman ölçeğiyle ve somut kalıntılara dayanarak, uygarlığın gelişim sürecini geleceğe katkıda bulunmak amacıyla anlamaya ve yorumlamaya çalışan bilim dalı olarak da tanımlayabiliriz.

“Binlerce yıldır bir imbikten süzülürcesine doğanın ve onun bir parçası olan insanın ellerinden çıkan materyal kültür kalıntıları aracılığıyla nereden nereye geldik ve nereye gidiyoruz?” Sorularının cevaplarını arayan, bir nevi gelecek mühendisliği çalışmaları olarak yapılan arkeolojik çalışmalar ve yayınların batı merkezci bir eksende kalıp toplumumuzun kullanımına sunulamamasının başat faktörleri arasında kavram karmaşasını hayatının her alanında yaşamakta olan bu zihniyetin temsilcileri bulunmaktadır. Geçmeyen, geçmiş olarak da adlandırılabilecek olan geleneklerden tutun da salgın hastalıkların reçetelerine kadar hemen her şey aslında arkeolojik, numismatik, epigrafik kaynaklar ve sözel bellek aracılığıyla günümüze ulaştı. 

Arkeolojinin amacı sadece geçmişe ait bir şeyler bulmak değil, geçmişi anlamak ve ortaya çıkan bilgiyi günümüzde yaşayan insanların kimliklerini zenginleştirecek, onların uygarlık süreci içinde yerlerini anlamalarına, bunun önemini hissetmelerine yardımcı olacak şekilde kullanmak ve bu birikimi gelecek kuşaklara aktarmaktır. Kısaca arkeolojiyi bir zaman laboratuvarı olarak da tanımlayabiliriz***

Biraz uzun bir tanım oldu ancak arkeolojinin ne olduğunun iyi kavranması Yusuf KAPLAN gibi gericilerin safsatalarına cevap olması açısından önemli. Devam edelim.

Yusuf KAPLAN yazısında arkeoloji eliyle Anadolu’nun “İslami köklerinden“ koparılmak istendiğini, yapılan kazılarla “İslam’ın izinin silinmek” istediğini iddia ediyor. Bütün bir yazı bunu temellendirmek için yazılmış. Arkeolojinin öyle bir niyeti olsa yeryüzünde tek tanrılı bir din zaten kalmaz. Arkeoloji kimsenin diniyle uğraşmaz, herhangi bir dinin izlerini tarihten silmek için uğraşmaz.

Yusuf KAPLAN arkeolojinin tanımını bilmediği gibi ülkemizde arkeolojinin gelişim sürecinden de bihaber. Ülkemizde arkeoloji, Yusuf KAPLAN ve diğer İslamcıların torunu olduklarını iddia ettikleri Osmanlı Döneminde gelişmeye başlamıştır. Osman Hamdi Bey sayesinde Arkeoloji 19. Yüzyılın ortalarında sağlam temellere oturmaya başlamıştır. Osman Hamdi Bey’in açtığı yoldan genç Türkiye Cumhuriyeti’ de ilerlemiş ve 1932’den itibaren bilimsel temelli arkeolojik çalışmalar Ankara ve Çorum illerinde gerçekleştirilmeye başlanmıştır.

Yusuf KAPLAN gibilerin arkeoloji ile derdi boşuna değildir. Onlar bu coğrafyanın tarihini ve geçmişini yok saymak istemektedirler. Arkeoloji bu topraklardan İslam’ın izini silmek istemiyor ama Yusuf KAPLAN ve onun IŞİD zihniyeti insanlığın geçmişten günümüze ürettiği tüm güzellikleri yok etmek istiyor. Başta ülkemiz olmak üzere, tüm dünyayı çoraklaştırmak istiyorlar. Onların tarih anlayışı 1071 ve 1299 ile sınırlıdır. Onun dışındakileri hep yok saymak istiyorlar.   

Ülkemizde son dönemde kültürel mirasımıza yönelik fiili saldırılar da müzelerin içinin boşaltılması da bu zihniyetin bir tezahürüdür. Definecilerin, Taliban’ın, IŞİD’in balyozla, dinamitle, bomba ile yaptığı yıkıntıyı Yusuf KAPLAN da kalemiyle yapmaktadır.

Arkeoloji, eskinin bilimidir. Geçmiş yaşanmıştır, değiştiremeyiz ama gelecek bizim ellerimizde.  Yusuf KAPLAN ve onun zihniyetine karşı kültürel mirasımızı ve arkeolojiyi sonuna kadar savunacağız. O ise Batı’nın atmaya çalıştığı en belirgin kazıklardan birinin cümle kisvesine büründürülmüş hali olan “Who am i?” sorusunu düdük talimi yaparcasına cevaplandırmaya, düz dünyayı anlamaya çalışsın, ne diyelim…

*https://www.yenisafak.com/yazarlar/yusuf-kaplan/arkeolojik-emperyalizm-bu-topraklardan-islmin-izlerini-siliyor-ama-biz-uyuyoruz-yine-2058864

** Saltuk, (1993) “Arkeoloji Sözlüğü” İnkılap Yayınları, İstanbul, s. 29.

*** Özdoğan (2006) “Arkeolojinin politikası ve Politik Bir Araç Olarak Arkeoloji”, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, s. 43.

 

 

1 Nisan 2021 Perşembe

GÜVENLİK SORUŞTURMASI – MECLİSİN İŞLEVSİZLİĞİ VE SOKAĞIN GÜCÜ

AKP iktidarının “benden olmayan kamu çalışanı olmasın” diyerek kullandığı ve Anayasa Mahkemesi tarafından durdurulan “Güvenlik Soruşturması” uygulaması, AKP tarafından yeniden yasallaştırılmak isteniyordu. Bu nedenle 31 Mart 2021 günü TBMM’ye yeni bir yasa teklifi sundular ve sunulan teklif muhalefetin oylarıyla reddedildi. TBMM iç tüzüğü gereği, reddedilen bir teklif bir yıl içinde tekrar meclise sunulamıyordu. Ancak AKP en iyi bildiği işi yaparak, yani yasa ve kanun tanımaz tutumunu sürdürerek, TBMM Başkanının da devreye girmesiyle yasayı yeniden meclise sundu. Ve yasa 01 Nisan 2021 günü kabul edildi. Haliyle muhalefet duruma tepki gösterdi. Yasayı yeniden Anayasa Mahkemesi’ne taşıyacaklarını ifade ettiler.

İşte muhalefetin büyük açmazı da burada başlıyor. Muhalefet, AKP’ye karşı bütün mücadele yöntemini “mecliste konuşmaya, bakanlara soru sormaya, mahkeme kapılarına gitmeye ve seçimde hesap sormaya yani seçimi beklemeye” sınırlamış durumdadır. Sokağa çıkıp tepki göstermeyi, AKP’nin işine yarar diye öcüleştirmektedir.

AKP kayyum rektör atıyor muhalefet mahkemeye gidiyor; İstanbul Sözleşmesi bir gecede feshediliyor muhalefet mahkemeye gidiyor; AKP mecliste darbe yapıyor muhalefet yine mahkemeye gidiyor.

Muhalefet, sanki normal bir demokrasi varmış, TBMM’nin bir işlevi varmış, anayasa ya da hukuk varmış gibi hareket ediyor. Oysa bunların hiçbiri yok ve bunların olmadığı yerde mücadele sadece mecliste ve mahkeme kapılarında sürdürülemez. Sokağın gücünü arkanıza almadan bu gidişi durduramazsınız. Haklı olmanız yetmez, güçlü de olmanız gerekiyor. Bu güçte mecliste ya da mahkeme kapılarında değil sokaktan geçiyor.

Siz yasa geçmesin diye mecliste mücadele ederken, on binlerde sokakta olursa o zaman güçlü olursunuz. TBMM’de 1 Mart 2003 Irak tezkeresini durduran güç, Ankara sokaklarını dolduran yüzbinlerin gücüydü. Bu gücü “aman tadımız kaçmasın”, “aman AKP’nin işine yarar” diye öcüleştirirseniz, AKP’nin istediği min
derde güreşmeye devam edersiniz ve AKP’de minderde sizi yerden yere vurmaya devam eder.

AKP’nin yarattığı bu zorbalığı, bu karanlığı ancak halkın örgütlü gücüyle yenebiliriz.