2 Ağustos 2016 Salı

AKP’nin “Üst Akıl” Riyakârlığı

15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden iki hafta geçti. İki hafta boyunca her gün, bir sürü “son dakika” gelişmesi yaşadık ve yaşamaya devam edeceğimiz anlaşılıyor.

Darbe girişimiyle ilgili birçok soru da halen cevapsız orta yerde duruyor ve durmaya devam edecek.  Bu sorulardan biri de “darbenin arkasında kim var?” meselesi. AKP’li birçok vekile göre; bu darbenin arkasında bir “üst akıl” var.

AKP’liler ve Cumhurbaşkanı Erdoğan kendilerine dönük her eleştiri ve protestolarda bir “üst akıl” olduğunu iddia eder durur. Darbe girişiminde de bir “üst akıl” olduğunu, bu sefer isim vererek ifade ediyorlar ve Amerika Birleşik Devletleri’ni açıkça suçluyorlar. Haksızlar mı? ABD bu darbenin arkasında olamaz mı? Muhtemelen haklılar ama aynı zamanda riyakârlar. Bu riyakârlık meselesine geleceğim ama önce “darbede ABD’nin rolü var mı?” meselesine değinelim.

2010 referandumu öncesi NTV canlı yayınına katılan Oğuzhan MÜFTÜOĞLU*  “emperyalizmin rolü anlaşılmadan, darbeler açıklanamaz” diyerek, ülkemizde yaşanan darbelerin niçin ve nasıl yapıldığını, hangi sınıflar tarafından yapıldığını ve bu darbelerde ABD ve NATO’nun rolünü ortaya koymuştu. Bu esnada programın diğer katılımcılarından olan ve o dönemde, bugün OHAL kararnamesiyle kapatılan, Taraf gazetesi yazarı olan AKP yancısı Markar Eseyan hiddetli bir şekilde “27 Mayıs’ta ABD’nin rolü var mı”?diye sorunca Oğuzhan MÜFTÜOĞLU “incelensin o da bulunur” demişti. 15 Temmuz darbe girişimi de sağlıklı bir şekilde incelenirse, ABD’nin rolü de daha iyi anlaşılır. Görüldüğü gibi ülkemizde yaşanan her darbe girişiminin arkasında ABD’nin muhakkak rolü var, rolü yoksa da bilgisi vardır. Çünkü ülkemizde yapılan başarılı, başarısız tüm darbe girişimlerini yapan Türk Silahlı Kuvvetleri,  bir NATO ordusudur. Amerikalı Generalin “tüm müttefiklerimiz tutuklandı” çıkışı boşuna değildir.

Yani AKP ve Erdoğan “üst akıl” konusunda haklılar. Gelelim haklılar ama riyakârlar meselesine.

Riyakârlar çünkü bu “üst akıl” meselesini, ABD ve destek verdiği darbenin hesabını sormak için değil. Eğer AKP ve Erdoğan darbenin arkasındaki “üst akıl” ABD’den hesap soracaklarsa, yapacakları çok basit. ABD ile tüm ikili anlaşmalar fes edilmeli, ülkemizdeki ABD üsleri kapatılmalı, ABD elçisi sınır dışı edilmeli ve NATO’dan çıkılmalı. Var mı bunlarda bunları yapacak yürek ve siyasi irade? Tabii ki yok.

Çünkü onların derdi darbenin arkasındaki “üst akıl” dedikleri ABD’den hesap sormak değil, darbenin merkezinde olan FETÖ ile AKP ortaklığının gizlenmesi için “üst akıl” bahanesine sığınmak. İstiyorlar ki “bu FETÖ’cular, devlet kurumlarına nasıl yerleştiler, bunlar bu tüm kritik kurumları ele geçirirken, AKP iktidarı ne yapıyordu, askeri lise sınavları, KPSS ve üniversite giriş sınavları soruları çalınırken iktidar ne yaptı?”sorusu sorulmasın. Mesela “ne istediniz de vermedik” diyenlere, “neler verdiniz, açıklayın” diye sorulmasın istiyorlar. 2002-2012’ye kadar süren gayri resmi AKP-Cemaat koalisyonunun unutulmasını istiyorlar.

Darbecilerle kendi ortaklıklarının hesabı sorulmasın diye, işi “üst akıla” havale ediyorlar. Ama kimse bunların üst akıl riyakârlığını yemiyor. Hem üst akıl var deyip, ABD’yi suçluyorlar hem de ABD Genel Kurmay Başkanı’nı en üst seviyede ağırlıyorlar. Ve anlaşılıyor ki darbenin arkasında durmakla suçladıkları ABD’nin Genel Kurmay Başkanı’na, darbe hakkında tek kelam etmemişler. Bir de mükâfat olarak İncirlik ve Diyarbakır üslerinin kullanılmasında bir değişiklik yapılmayacağı garantisi vererek, darbenin arkasındaki “üst aklı” ödüllendirmişler.

Anlayacağınız darbeciler ne istediyse veren AKP, darbenin arkasındaki güç “üst akıl” ne isterse vermeye devam ediyor.

*http://alevi.dk/BASIN%20ARSIV/12%20eylul%20muhatabiyiz%20OM.htm

22 Haziran 2016 Çarşamba

Antalya Afet Bölgesi



Evet, Antalya büyük bir afet bölgesi ama bu afet doğa olaylarından kaynaklı değil. Tamamen AKP eliyle yaratılmış bir afet. Antalya’nın can damarı olan turizm, dibe vurmuş durumda. Turizm ve ona bağlı yan kollarla Antalya ekonomisi felç olmuş durumda. Turizm krizinden etkilenen iş kolu sayısı 52.

Antalya Ticaret ve Sanayi Odası’nın verileriyle krizin boyutu iyice açığa çıkıyor. ATSO Başkanı Davut Çetin’in, Haziran Ayı Meclis toplantısında yaptığı konuşmada turizmle ilgili verdiği verilere kısaca bakalım.

  • SGK’nın Mart ayı verilerine göre 5 bin esnaf ve 5 bine yakın tarım üreticisi SGK’dan çıkmış.
  • Büyük otellerin bir kısmı kapanmış ya da hiç açılmamış. Akdeniz Turistik Otel İşletmecileri Birliği’nin verilerine göre de 30 otel el değiştirmiş.
  • Geçen yılın Haziran ayında Antalya dış hatlar terminaline gelen uçak sayısı 8000 iken, bu yılın Haziran ayında sayı 1800’e düşmüş.
  •   Turist sayısındaki 5.5 aylık düşüş, %45
  •   Günlük olarak turist kaybı %60
Şimdi de Doğan Haber Ajansı’nın derlediği verilere göz atalım:
  •     Haziran ayının ilk 15 gününde Antalya’ya gelen turist sayısı geçen yıla göre %58,7 düştü.
  •   Aynı dönemde Rus turist sayısı %98,5 Alman turist sayısı %44.9 azaldı.
  • Bu yılın ilk 5 ayında, geçen yılın ilk 5 ayına göre turist sayısı %42 oranında azaldı.
İnternetten otel rezervasyonu yapan Trivago’nun verilerine göre de internetten Türkiye’deki otellerin aranma oranı %58 düşmüş. Özellikle 2015 yılında arama yapan Rus ve Alman turistlerde büyük düşüş yaşanmış. Sputnik Türkiye’nin haberine göre ise, yaklaşık 1300 otel satılığa çıkarılmış.

Yukarıda saydığım veriler turizmin genel halini ortaya koyan veriler. Birde turizmden geçimini sağlayan yüz binlerce emekçi var. Yaklaşık 300 bin kişinin işsiz kaldığı söyleniyor. Turizmle ilgili birçok veri tutulurken, kaç kişinin işsiz kaldığı konusunda bir veriye ulaşamadım. Eğer iddia edildiği gibi rakam 300 bin civarındaysa bu sayıya çalışanların ailelerini, esnafları vb eklediğimizde krizden doğrudan etkilenenlerin sayısı 1 milyona yaklaşıyor.

Şimdi turizmin kötü gidişine çareler aranıyor, paketler hazırlanıyor. Hükümetin hazırladığı paketler turizmi değil, turizmciyi kurtarma paketleri.

ATSO başkanı da yaptığı konuşmasında benzer talepleri dillendiriyor, Antalya için bir afet planı uygulanmasını, SGK primlerinin, vergi borçlarının ve banka alacaklarının ertelenmesini istiyor. Haliyle o kendi sınıfını kurtarma derdinde. İşsiz kalan binlerce emekçinin durumunun ne olacağı, kimsenin umurunda değil.

Turizmdeki bu çöküntü, turizmden geçinen esnafı da olumsuz etkiliyor. Alanya’da esnaf yağmur duasına çıkar gibi turist duasına çıkarken, Kemer’de ise yazar kasalarını kırdı. Kundu’da yol kapattı.

Yavaş yavaş toplumda bir tepki birikiyor. Öncelikle anlaşılması ve anlatılması gereken krizin sorumlusunun AKP ve onun uyguladığı iç ve dış politikalar olduğudur. Daha geçen yıl Rusya’nın yaşadığı ekonomik sıkışmışlık sonucu, zaten gelen Rus turist sayısı azalmışken, Rus uçağını düşürmenin ülke turizmini de bombalamak olduğunu AKP’nin bilmiyor olması imkânsız.

Yine Suriye’de yaşanan iç savaşta taraf olunması, her türlü cihadist grubun desteklenmesi, desteklenen grupların ülkemizde bombalı eylemler düzenlemesine göz yumulması. Kürt sorununda eskiye dönerek, sorunun silahla çözülmeye çalışılması, savaşın büyük kentlere taşınması, turizmi dibe vurdurdu. Kimse can güvenliğinin olmadığı bir ülkeye gitmek istemez. Yani sadece problem yaşadığımız Ruslar değil, Danimarka’dan Hollanda’sına hiçbir ülke insanı, ülkemize tatile gelmek istemiyor.

AKP’nin mevcut politikalarından geri adım atacağı da beklenmesin. Antalya turizminin de ekonomisinin de geleceği tehlikede. AKP’nin 7 Haziran sonrası tırmandırdığı şiddete karşı çıkmak yerine, Kürt “avına” çıkan Alanya esnafına ve tarladaki salatalığı, domatesi elinde kalan çiftçiye asıl düşmanın kim olduğunu, savaşın ve şiddetin asıl kimi mağdur ettiğini, sorunun otelde çalışan işçiyle, dükkânını kapatan esnafla ortak olduğunu anlatmamız lazım.

Bugün turizm emekçilerinin, esnafının, çiftçinin, bir bütün olarak Antalya halkının, Antalya’nın ve ülkenin geleceğini esir alan AKP’ye karşı sesini daha gür çıkarma vaktidir.





17 Mayıs 2016 Salı

Zorunlu BES Sosyal Güvenlik Sisteminin Tasviyesinin İlk Adımıdır



Ülkemizde 2003 yılında hayata geçirilen ve gönüllü katılıma dayanan BES’e yani Bireysel Emeklilik Sistemine katılım zorunlu hale getiriliyor. (BES’le ilgili detaylı bilgi için   http://sabrikirdar.blogspot.com.tr/2014/03/kdem-tazminat-gelecegimizdir.html)

Konuya girmeden yanlış bilinen bir bilgiyi düzelterek başlayayım. Bireysel Emeklilik bir sigorta değildir. Yani siz ödediğiniz katkı payı karşılığında, oluşabilecek bir riski teminat altına almıyorsunuz. Tam tersi emeklilik şirketlerinin ya da yatırdığız fonların kendisi her zaman risk altında.

Gelelim zorunlu BES’e. Bu zorunluluk nerden kaynaklanıyor. Hiç gündemde yokken birden bire bu dayatma neyin nesi? Aslında BES uygulanmaya başladığı ilk günden beri, planlanan buydu. Yani sistemin zorunlu hale getirilmesi ve çalışanların emeklilik primlerini kendilerinin ödemesi.

Bireysel Emeklilik sistemi uzun yıllardır birçok ülkede uygulanıyor. Kimi ülkelerde zorunluyken, kimi ülkelerde de sosyal güvenlik sisteminin tamamlayıcısı konumunda. Ülkemizde de ilk hayata geçtiğinde, sosyal güvenlik sistemini tamamlayıcı bir rol oynayacağı planlanıyordu.   

Ne demek sosyal güvenliği tamamlayıcı bir rol? Yani devlet diyor ki; “benim sana vereceğim emekli maaşı senin geçinmen için yetmez. O yüzden hem bana emeklilik için prim öde, hem de BES’e katkı payı öde, oradan da emekli ol ve emeklilikte geçinebilecek kadar maaşın olsun.”

Bugüne kadar BES’e katılım gönüllük esasına dayanıyordu. Yani isteyen sisteme katılabiliyordu. Ama Haziran ayından itibaren BES’e katılım zorunlu hale gelecek ve 2017’den itibaren uygulanmaya başlanacak.

Peki, BES neden zorunlu hale getirilmek isteniyor. Çünkü devlet artık emekli maaşı ödemek istemiyor. Yani sosyal güvenlik sistemini bir nevi özelleştiriyor.

      Bireysel Emeklilik Fonlarının tarihi çok eskiye dayansa da yaygınlaşması 1990’dan sonra oldu. Özellikle 1990 yıllarda Sovyetlerin çözülmesiyle dünyayı etkisine alan neo-liberal dalga, sosyal güvenlik sistemini de vurdu. Kamu sosyal güvenlik sisteminin zayıfladığı veya yetersiz olduğu bahane edilerek, Bireysel Emeklilik Sistemi yaygınlaştırıldı. Başlangıçta birçok ülkede gönüllü katılıma dayanan sistem, daha sonra zorunlu hale getirildi. Şili, Uruguay, Polonya, Macaristan, Kolombiya, Arjantin, Bolivya ve Meksika gibi ülkeler bireysel emeklilik sisteminin zorunlu olduğu ülkeler.

Türkiye’de uygulanan Bireysel Emeklilik Sistemi de Şili’den alınma. Şili’den model almaya alışık bir ülkeyiz. 12 Eylül darbecileri de darbe konusunda Şili’yi model almışlardı. (Şili 11 Eylül - Türkiye 12 Eylül.) Şili Latin Amerika’da bu sistemi uygulayan, ilk ülke olmuştur. Tamamen devlet garantisinde olan sosyal güvenlik sisteminden, bir anda bireysel emeklilik sistemine geçmiştir. Sisteme geçmeden önceki süreç de aynı ülkemizdeki gibi olmuştur. Önce emeklik maaşları düşürülmüş, sonra emeklilik yaşı kademeli olarak yükseltilmiştir. En son kadınlarda 60, erkelerde 65 olmuştur. Şimdi Bireysel Emeklilik Sistemini zorunlu hale getirme sırası Türkiye’de. Şimdilik uygulamanın tam olarak nasıl olacağı bilinmiyor. Açıklandığı kadarıyla 45 yaş altı çalışanlar, zorunlu olarak sisteme dâhil edilecek. Her ay maaşlarından belli bir oranda kesinti yapılacak. Sisteme katılım 6 ay zorunlu olacak. 6 ay sonunda isterse, sistemden ayrılabilecek. Katılım zorunlu olduğu için, herkesten de ayrıca fon işletim kesintisi yapılacak. Sisteme, işveren katkısı olmayacak. İşveren kıdem tazminatından kurtarıldığı gibi, bu uygulamadan da kurtarılıyor. Asgari ücretle veya daha düşük maaşla çalışanların ücretlerinde yine düşüş olacak. “Asgari ücreti artırdık” diyenler, kaşıkla verdiklerini yine kepçeyle geri alıyor.

Çalışanlar olarak zaten devlete sağlık, emeklilik, sosyal güvenlik ve işsizlik fonu için ödediğimiz primlerin üzerine bir de zorunlu BES için ödeme yapacağız. Yine ödediğimiz BES katkı payı içinden de emeklilik şirketlerine ve fon şirketlerine paralar ödeyeceğiz. Böylece emeklilik ve fon şirketlerine “zorunlu” ve “gönüllü” kaynak yaratmış olacağız.

Mevcutta BES içinde olanların büyük bir bölümü, zaten çalışan kesim. Sistemde olanlardan da ayrıca ücret kesilecekse, kişiler neden sisteme iki defa katkı payı ödemesi ve fon işletim ücreti ödesin? Bu kişiler süreleri dolmadan mevcut emeklilik hesabını kapattırırsa ve ücretlerini almak isterse ne olacak? Mevcut haklarını kaybedecekler mi?  Oluşacak kaostan kimler karlı çıkacak? Ya da BES’e zorunlu olarak katılıp, 6 ay sonra, süre dolunca ayrılmak isteyenler paralarını ne zaman alacak ya da alabilecek mi, alırsa ne kadar kesinti yapılacak? Mevcut BES uygulamasında olduğu gibi 10 yıl süre ve 56 yaşı doldurma süresi mi beklenecek?

Emekçiler olarak, haklarımıza dönük en büyük saldırı dalgasını yaşıyoruz. Kazanılmış haklarımız bir bir budanıyor. Şimdide emekliliğimize göz dikildi. Önce kıdem tazminatlarımızı emeklilik fonlarına devretmek için çalışma başlattılar, ardından da Bireysel Emekliliği Zorunlu hale getirip kalıcılaştıracaklar. 


20 Mart 2016 Pazar

Yalan Haberler, Halktaki Paniği ve Yılgınlığı Arttırıyor


Ülkemizde ardı ardına bombalar patlıyor. Artık kimse bombayı kimin patlattığını tahmin bile edemiyor.

Patlayan bombalar AKP ve sarayın umurunda değil.  İstanbul’un göbeğinde bomba patlarken, hükümetin bakanları canlı yayınlarda AKP’nin icraatlarının propagandasını yapmakla meşgul. Çünkü patlayan her bombanın, kendi çıkarlarına hizmet ettiğinin farkındalar.

AKP ve saray  ülkenin içinde bulunduğu koşulları, kendi siyasi amaçlarına hizmet edecek şekilde kullanmakta.  Toplumda ortaya çıkan korku ve yılgınlık havasıyla halkı bir tek adam rejimine yani başkanlığa razı etmenin hesapları içerisinde.

Patlayan her bombanın ardından, yeni güvenlik tedbirleri adı altında yeni baskı yasaları hayata geçirilmek isteniyor.

İnsanlar tedirgin, sokağa çıkmaya bile korkar hale gelmiş durumda. Toplum tamda siyasi iktidarın istediği şekilde bir panikleme halinde.

Siyasi iktidar bombaların patlamasını engelle(ye)mediği gibi, sürekli yeni bomba haberleriyle toplumun tedirginliği daha da artmakta. Her gün televizyonlarda sosyal medyada ve yerel medyalarda sayısız asılsız haber yayınlanıyor. “AVM’de bomba ihbarı, AVM’de canlı bomba yakalandı, polis açıkladı şu plakalı araç canlı bomba, Deniz Baykal açıkladı şu tarihlerde Antalya’da bombalar patlayacak, İstanbul’un şu mahallelerine cephanelik yığıldı” vb nice haber. Bu yayınlarla halkın tedirginliği ve paniği daha da artıyor. Bu asılsız haberler kimi “muhalif” sitelerde paylaşılmakta hatta kendi yoldaşlarımız dahi güvenirliliği ve kesinliği belli olmamasına rağmen, bu haberleri paylaşmakta bir sakınca görmemektedir.

Bazen olay sırf bir güvenlik zafiyetiymiş gibi davranılmakta, sorun sanki polisin, MİT’in görevini yeterince yapmadığına indirgenmekte. Bu kısmen doğru olsa bile, unutmayalım ki bugün polis tamamen AKP’nin milis gücüne dönüşmüş, MİT dediğiniz de sarayın bir kurumu haline gelmiştir. Sorun salt bir güvenlik sorunu değildir. Sürekli, sadece güvenlik meselesine vurgu yapmak, bombaların patlamasının ardındaki, AKP ve saray politikasının göz ardı edilmesine sebep olmaktadır.

Patlayan bombaların asıl sorumlusu, AKP ve sarayın içeride ve dışarıda yürüttüğü savaş politikalarıdır.  AKP’nin artık fiilen bittiğini ilan edip, yasal kılıfını giydirmek istediği rejim değişikliğidir. AKP ve saray bu değişikliği yapabilmek için elindeki tüm enstrümanları ve yöntemleri kullanmaktadır.

Ülkemiz  AKP ve saray eliyle bir iç savaşa doğru hızla sürüklenmekte, faşizm alabildiğine katmerli hale getirilmektedir.

Patlayan bombalar ve sürekli pompalanan yalan bomba haberleri, panik ve korku hali insanları daha çok yılgınlığa itmekte, baskı ve zor yasalarına razı hale getirmektedir.

Bize düşense, hem faşizme karşı mücadele etmek ve direnmek, hem de direnirken faşizmin yalanlarına kanmamak, halkı gerçekten doğru bilgilendirmektir.

Halk bu yalanlara ne kadar çok inanırsa, o kadar çok iktidara yanaşacak, içinde iktidara karşı oluşacak tepki maalesef sönümlenecekdir. Böyle bir durum da AKP ve sarayın diktatörlüğe gidişi daha da kolaylaşacaktır. Bu nedenle faşizmin yalanlarına karşı uyanık olalım, yaşananların asıl sorumlusunun AKP olduğunun unutturulmasına müsaade etmeyelim.

17 Mart 2016 Perşembe

Devrimciler Faşizme Karşı, Faşizmin Yöntemleriyle Mücadele Etmez, Onlarla Aynılaşmaz.


13 Mart Ankara katliamı sivil halkı hedef alan, lanetlenmesi ve kesinlikle mahkûm edilmesi gereken bir eylem biçimidir.

AKP’nin Kürt illerinde yürüttüğü kirli savaş hepimizin malumu. Kuşatılan kentler, sokağa çıkma yasakları, zorla göç ettirme, kadın bedenlerinin teşhiri, cesetlerin yerlerde sürüklenip, tanklarla ezilmesi, cenazelerin günlerce yerlerde bekletilmesi, çocuğundan yaşlısına yüzlerce sivilin bodrum katlarında, evlerinde ve sokaklarda öldürülmesi, kitlesel tutuklamalar…

Tüm bu yaşananlar ve bu yaşananlara batıdan esaslı bir tepki gelmemesinin Kürt halkında yarattığı hayal kırıklığı ve öfke.

Ancak bu yaşananların sorumlusu akşam evine gitmek için durakta bekleyen, sıradan vatandaş değildir. Yaşananların intikamını almak için, sivil yurttaşların hedef alınması asla kabul edilemez.

Bu tür kirli savaş yöntemleri, faşizmin yöntemleridir. Ancak onlar, halka korku salmak baskıyı ve şiddeti artırmak için bu yöntemi kullanırlar.

Hatırlayın Gazi mahallesine ve Alevilere dönük saldırı sonrası, bölgedeki Sünni yurttaşlara dönük saldırı olma ihtimaline karşı, devrimciler hemen önlem almış, bu tür bir provokasyonun önünü hemen kesmişlerdir.

12 Eylül öncesi devrimcilere dönük onca kitlesel katliama rağmen, intikam adı altında asla benzer bir eylem çizgisi geliştirilmemiştir.

Devrimciler faşizme karşı, faşizmin yöntemleriyle mücadele etmez, onlarla aynılaşmaz. Bu nedenle bir kere daha tekrar etmekte fayda var, Ankara katliamı kesinlikle lanetlenmeli ve mahkûm edilmelidir.

Daha önce yapılan, sivilleri hedef alan mavi çarşı ve Güngören’de patlatılan bombalar ve bu son Ankara katliamı gibi eylem biçimleri kaza olarak geçiştirilemez.

Sizin intikam adı altında yaptığınız eylem, AKP’nin ve sarayın daha çok işine yarayacak, Kürt ve Türk halkı arasındaki duygusal kopuşu daha da hızlandıracaktır.

Ülkemizin AKP ve Saray eliyle bir iç savaşa doğru sürüklenmeye çalışıldığı bir ortamda, bu tarz eylemler ancak AKP ve Sarayın elini daha çok güçlendirecektir. Sizin intikam adı altında yaptığınız yanlış eylem biçimi, batıda Türklerle iç içe yaşan Kürt halkını daha çok iç savaşın hedefi haline getirecektir.

AKP ve Saray terörle savaş bahanesine daha çok sarılacak, zaten uygulamakta oldukları baskıcı ve faşizan uygulamaları daha da şiddetlendirecektir.

AKP ve Sarayın istediği de tamda budur. Başkanlık rejimine ve tek adam yönetimine doğru ilerlerken, halkı terör korkusuyla yedeğine almak.  Terörü önleyeceğim bahanesiyle yeni baskı yasalarına halkı razı etmek. Bush’un 11 Eylül saldırılarının ardından kullanıma soktuğu “ya bizdensiniz ya teröristlerden yanasınız” fikriyatını Türkiye’ye güncellemek.

Bugün yapılması gereken AKP’nin iç savaşı derinleştirici, faşizan politikalarını boşa düşürecek, ülkeyi felaketin eşiğinden döndürecek bir yolu birlikte açmaktan geçiyor.

16 Şubat 2016 Salı

Beklenen Oldu; Deniz BAYKAL da Vatan Cephesi Saflarında

Demokrat Parti döneminde oluşturulan Vatan Cephesi’ne katılanların isimleri her gün radyoda okunurmuş. Bugün benzer bir cephe girişimiyle daha karşı karşıyayız. Vatan cephesi bu sefer Recep Tayyip ERDOĞAN’ın başkanlığı için oluşturuluyor.

Bu cephenin baş müttefikleriyse daha birkaç sene önce kanlı bıçaklı oldukları Aydınlıkçılar ve bir kısım ulusalcılardan oluşuyor. Öyle ki geçen günlerde Doğu PERİNÇEK, hayatının en mutlu günlerini yaşadığını ilan etmişti.

Şimdi bu cepheye, her sıkıştığında Recep Tayyip ERDOĞAN’ın imdadına yetişen Deniz BAYKAL’da katıldı. Katılışı Başbakan Ahmet DAVUTOĞLU tarafından, AKP grup toplantısında ilan edildi. CNN Türk’te Ahmet HAKAN’ın tarafsız bölge programına katılarak “Halep Sünni kentidir. Bombalama Türkiye’nin hakkıdır” diyen Deniz BAYKAL’a, Başbakan Davutoğlu grup konuşmasında, teşekkür edip, “milli iktidar önemli ama milli muhalefet de önemli” diyerek, Baykal’ı tebrik etti.

Baykal’ın vatan cephesine katılımı AKP grubunda coşkulu alkışlarla karşılandı. Baykal’ın bu cepheye katılışının yandaş yazarlarda da büyük bir sevinç yarattığı görüldü. Aslında geç bile kaldı, Doğu PERİNÇEK’ten önce bu cepheye katılması lazımdı. Gerçi Baykal ilk adımı zaten 7 Haziran seçimleri sonrası, koşar adım Recep Tayyip ERDOĞAN’la görüşerek ve ardından meclis başkanlığı adaylığını dayatarak atmıştı.
Bu cepheye katılımlar önümüzdeki günlerde de sürecek gibi.

Saray bu cepheyi genişletmek ve katılımı artırmak için de bilindik yöntemlere başvuruyor.  Bu yöntemin başlıcası içeride savaş, dışarıda savaş konsepti. Böyle bir savaş ortamında, içerideki ve dışarıdaki düşmanlara karşı Reis’in etrafında bir kenetlenme yaratılmak isteniyor. Güçlü lider, güçlü Türkiye algısıyla başkanlık yolunun taşları diziliyor. Bu taşları da Perinçek ve Baykal gibiler döşüyor.

Baykal bu taşları döşerken, CHP’yi de hedef almayı ihmal etmiyor. CNN Türk’te Ahmet HAKAN’ın tarafsız bölge programında, CHP’yi hükümete terör konusunda yeterince destek vermemekle itham ediyor.  CHP’de köklü bir değişime ihtiyaç var diyerek de parti içi muhalefetin sinyalini veriyor. Ülke içeride ve dışarıda savaşa sokulmaya çalışılırken, ülkeye başkanlık ve tek adamlık dayatılırken, Baykal ana muhalefet partisini, parti içi çekişmelerle kilitlemenin ve işlevsiz hale getirmenin hesabını yapıyor.

Günlerdir CHP’de yaşanan Atatürk portresi tartışmasının kaynağının neresi olduğu anlaşılıyor. Bir portre tartışmasını zor çözen CHP’nin alevlenecek parti içi tartışmalarda ne hale geleceği malum.

Yandaşların ve AKP’li vekillerin milli Baykal sevinci boşuna değil. Baykal kıvılcımı çaktığında, ateşi dışarıdan harlamaya hazır bekliyorlar. Böylece CHP’yi kıpırdayamaz halde tutmak istiyorlar.

CHP’de bu tuzağa atlayanlar da yok değil. Milli politika, dışarıdan gelen bir saldırıya karşı tek vücut olma gibi safsatalarla kendi felaketini hazırlıyor.

CHP gerçekten bir dikta rejimine karşıysa, içeride ve dışarıda savaş istemiyorsa, öncelikle içindeki bu kangreni söküp atmalıdır. Yoksa bu gidişle, kendi felaketine doğru ilerlemeyi sürdürecektir.


9 Şubat 2016 Salı

İşçiler Değil, Bu Düzen Yansın Artık

Antalya’da 8 Şubat Pazartesi günü Akın ULAŞ isimli yurttaş, iş istemek için gittiği Muratpaşa Belediyesi önünde bedenini ateşe verdi. Yardımına koşan vatandaşlar sayesinde ateş söndürüldü ve Akın ULAŞ yaralı halde hastaneye kaldırıldı ama yaşam mücadelesini bugün kaybetti. Akın ULAŞ çalıştığı inşaattan çıkarılınca, iş istemek için Muratpaşa Belediye Başkanı Ümit UYSAL’la görüşmek istedi ama toplantıda olan Uysalla görüşemeyince bedenini ataşe vererek, canına kıydı.

Görüşemediği belediye başkanı Uysal daha birkaç gün önce “iş talepleri bizi mahvediyor” diye açıklama yapmıştı.  16 bin 500 iş başvurusunun masasında biriktiğini söyleyen Uysal, insanların iş için kavga halinde olduğunu söylemişti*. Bu açıklamalarının mürekkebi kurumadan iş isteyen bir yurttaş, kendini belediye önünde ateşe vererek, canına kıydı.

Akın ULAŞ işsizlikten canına kıyan ilk kişi değil muhtemelen son kişi de olmayacak. Muhtemelen bir Mustafa KOÇ kadar da haber değeri taşımayacak ve gündemde olmayacak.

AKP iktidarının yarattığı yağmacı, talancı ekonomik düzen işsizliği daha da yaygınlaştırıyor. TÜİK’in verilerine göre ülkemizde işsizlik oranı %10 civarında. Buna, istatistiğe dâhil olmayan ve iş aramaktan ümidini kesmiş kitleyi de eklediğinizde oran daha da yukarı çıkıyor. AKP iktidarı işsizliği yangınlaştırdığı gibi, emekçilerin iş güvencesini de ortadan kaldırmak istiyor.

AKP iktidarı, emekçilere dönük iki büyük saldırıya hazırlanıyor. Biri, işçilerin kıdem tazminatının kaldırılarak, fona devredilmesi (fonla ilgili detaylı bir değerlendirmeye buradan bakabilirsiniz http://sabrikirdar.blogspot.com.tr/2014/03/kdem-tazminat-gelecegimizdir.html) ikincisi, 657 sayılı Devlet Memurluğu Kanununu değiştirerek, memurların iş güvencesini ortadan kaldırmak.

1 Kasım seçimleri öncesi taşerona kadro vereceğini vadeden AKP, şimdi tüm emekçileri taşeron haline getirmeye hazırlanıyor. Esnek çalışma modelini yasalaştırmaya hazırlanan AKP, özel istihdam bürolarıyla kiralık işçi modelini ve işçi simsarlığını hayata geçirmek istiyor. AKP kıdem tazminatını kaldırarak, işçinin en büyük güvencesine darbe vuracak, böylece patronlara dikensiz gül bahçesi yaratacak.

AKP sadece işçilerin değil, kamu emekçilerinin de iş güvencesine gözünü dikmiş durumda. Recep Tayyip ERDOĞAN’ın başbakanken dile getirdiği “işçi-memur ayrımını ortadan kaldıracağız. İşçi işten kolaylıkla çıkarılırken, memurun ne ayrıcalığı var” gibi söylemlerle sürekli hedef aldığı kamu emekçilerinin iş güvencesi de kaldırılmak isteniyor.

657 sayılı yasada yapılmak istenen değişiklikle daha önce torba yasalarla çalışma hayatına giren performans, esnek çalışma gibi uygulamalar tüm kamu emekçilerini kapsayacak hale getiriliyor. Bu uygulamayla iş yükü artırılarak, angarya çalışma kalıcılaştırılacak. Esnek ücret gibi performansa dayalı uygulamalarla rekabetçi bir kölelik düzeni hayata geçirilmek isteniyor. Daha önce yasayla devletin memuru olan kamu emekçileri şimdi hükümetin memuru yapılmak isteniyor, böylece iktidarın uygulamalarına en ufak itirazda kamu emekçileri işlerini kaybedecek.

İşçisiyle memuruyla tüm emekçiler, AKP’nin hedefi durumunda. AKP’nin sermayeyle birlikte emekçilere dönük bu büyük saldırına karşı, emekçiler de birleşik bir emek hareketi ve direnişiyle karşılık vermelidir.

*http://www.antalyaburada.com/umit-uysal-is-talepleri-bizi-mahvediyor-haberDetayi-27-haberNo-49987.html#.VrpEw_mLTIU

3 Ocak 2016 Pazar

Ortadoğu’da Yeni Bir Kıvılcım; Ayetullah Nemr Bakır En-Nemr’in İdamı

       Suudi Arabistan 2 Ocak günü 47 kişiyi idam etti. Terör suçuyla yargılanan ve suçlu bulunan 47 kişi içinde, ülkenin önde gelen Şii din adamı Ayetullah Nemr Bakır en-Nemr’de var. Ayetullah Nemr Bakır en-Nemr, ülke yönetimini karşı 2011’de başlayan protestoları desteklediği ve teşvik ettiği gerekçesiyle tutuklanmıştı. Ayetullah Nemr Bakır en-Nemr, özellikle Cuma hutbelerinde Şiilere dönük baskıları eleştiriyordu.  Bu nedenle Suudi yönetimi, Ayetullah Nemr Bakır en-Nemr’den Cuma namazı kıldırmamasını istemişti.

Arap ülkelerinde başlayan isyan dalgası Suudi Arabistan’da da yankı bulmuş ve ülkenin zengin doğu vilayetlerinde yaşayan Şiiler ayaklanmıştı. Demokratik şekilde başlayan bu gösterilere, Ayetullah Nemr Bakır en-Nemr’de destek veriyordu. Ayetullah Nemr Bakır en-Nemr konuşmalarında Şiilerin Petro Dolar zengini Suudi rejiminden monarşinin kaldırılmasını, serbest seçimlerin yapılmasını, Şiilere yönelik ayrımcı politikalara son verilmesini, Şii mezhebinin resmi bir mezhep olarak tanınmasını, vahabi din adamlarının Şii mezhebine dönük hakaretlerine son vermelerini, ülkedeki fakir halkın durumunun iyileştirilmesini istiyordu.

Suudi Arabistan yönetimi Ayetullah Nemr Bakır en-Nemr’i İran ajanı olmakla ve halkı ayaklandırmakla suçluyordu. Ayetullah Nemr Bakır en-Nemr “Eğer Suudi Arabistan İran’la hesaplaşmak istiyorsa onlarla savaşsın, bizim kimseyle bir bağımız yok, biz, bize ait olan haklarımızı istiyoruz” diyerek suçlamaları reddediyordu.

Suudi Arabistan 2011’deki ayaklanmayı kanlı bir şekilde bastırdı ve 2012 yılında da Ayetullah Nemr Bakır en-Nemr’i tutukladı. Yaptıkları yargılama sonucu suçlu buldukları Ayetullah Nemr Bakır en-Nemr’ i idam ettiler.

Bu idam sıradan bir idam olmanın ötesinde başka anlamlar taşıyor. Bu idam aslında, genelde Şiilere, özelde İran’a bir mesaj. Suudi Arabistan yönetimi ülke içindeki Şii ayaklanmayı bastırmakla kalmamış, Bahreyn’deki ayaklanmaya da doğrudan askeri müdahalede bulunmuştu. Bahreyn’deki ayaklanma Suudi tanklarıyla bastırılmıştı.

Suudi Arabistan yönetimi, uzun zamandır Şiilere savaş açmış durumda. En son Yemen’e işgal gücü gönderen Suudi Arabistan, Yemen’in önemli bir gücü olan Ensarullah hareketi yani Husilerle Yemen’de savaşıyor. Suudi Arabistan bölgedeki tüm Şii hareketleri, İran’ın yönlendirdiği varsayımıyla her türlü hareketi bastırmayı meşru görüyor.

Oysa bir bütün olarak Şiiler Ortadoğu’da güç kazanıyor ve birbirleriyle yakınlaşıyor. Aslında olan, Arap baharının bir Şii baharına dönüşmüş olması. ABD’nin Irak’ı işgaliyle Irak’lı Şiiler ülkenin en büyük gücü haline geldiler ve İran’la yakınlaşmaları arttı. Haliyle İran’ın Irak üzerindeki etkisi de yoğunlaştı.

Araplar İsrail’le yaptıkları tüm savaşları kaybetmişken, İsrail’e tek mağlubiyeti tattıran Lübnanlı Şii hareket Hizbullah oldu. Suriye iç savaşında, Şii olmamasıyla birlikte, İran ve Hizbullah’ın müttefiki olan Esad Katar, Suudi Arabistan ve Erdoğan desteklediği cihatçı teröristlere rağmen ayakta kalmayı başardı.

Ayrıca İran’ın, ABD ve diğer ülkelerle nükleer meselesi üzerinden anlaşmaya varması, Suudi Arabistan için yeni bir kayıp demekti.

İşte tüm bunlar üst üste konunca, Ayetullah Nemr Bakır en-Nemr’in idamı daha iyi anlaşılır.

Suudi Arabistan’ın Ayetullah olan bir Şii din adamının öldürülmesinin yaratacağı infiali bilmemesi imkânsız. Buna rağmen Ayetullah Nemr Bakır en-Nemr’i idam ettiler. Bu idamla bölgede yeni bir mezhep savaşının kıvılcımı ateşlenmiş oldu. Bu kıvılcım sadece Suudileri yakmayacak, tüm Ortadoğu ve ülkemize de sıçrayacaktır.

Suudilerin en büyük müttefiklerinden olan Erdoğan’ın, bu meselede de onların yanında yer alacağı kesindir. Hem mezhepsel olarak hem de çıkarları bunu gerektiriyor.  İsrail’le barışma, İran’la düşmanlaşma dönemi çok yakında hız kazanacaktır.

AKP’li Bekir BOZDAĞ’ın geçmiş yıllarda İsrail’i yenen Hizbullah’ı şeytan ilan ettiği konuşma, arşivlerde duruyor.

Tüm bu yaşananlar Ortadoğu’daki güç mücadelesinin yeni adımları. Bu kavgada daha çok masumun kanı akmaya devam edecek.

Yalnız şuanda Ortadoğu’da yükselen iki güç; Kürtler ve Şiiler. Yaptıkları çelişkili ittifaklara rağmen, bu iki halkın mücadelesini kanla bastırmaya çalışanlar fena halde kaybedecekler.

Zamanı gelmiş bir fikir kadar, zamanı gelmiş halkları da durduramazsınız. Tarih bunun sayısız örneğiyle doludur. Ya eşit, özgür, gerçekten demokratik bir ülkede bir arada yaşamı seçersiniz ya da halklar kendi iradesini kendi seçer.