Cumhurbaşkanlığı seçimleri de sona
erdi. Aşağı yukarı beklenen oldu ve Recep Tayyip ERDOĞAN, Türkiye’nin 12.
Cumhurbaşkanı oldu. Kullandığı devlet imkânları,
aldığı devasa “bağışlar”, sınırsız medya desteğiyle, yürüttüğü kampanyayla bir
kere daha “seçim kazanmayı” başardı. 12,
Recep Tayyip ERDOĞAN için uğurlu bir rakam. 12 Eylül darbesiyle önleri
açıldı,12 Eylül referandumuyla iktidarını pekiştirdi, şimdi de 12.
Cumhurbaşkanlığı. Bir de 12 Eylül’ün mimarlarından Cuntacı Kenan EVREN gibi halkoyuyla
seçildi, şimdi de Kenan EVREN’i bile geride bırakacak, bir zorba başkan olma
yolunda ilerliyor. 12 kere maşallah kendisine.
Bu seçimde benim için akılda kalacak
olan en önemli şey, Rıza SARRAF’ın oy kullanması ve alay eder gibi yaptığı
açıklama olacaktır. Bu olay ülkemizin kısa özeti gibidir. 17 Aralık rüşvet ve
yolsuzluk operasyonuyla açığa çıkan kirli ilişkileriyle cezaevinde olması
gereken kişi, rahatça gelip oyunu kullanıyor ve aklı sıra milletle dalgasını
geçiyor. “Oyunuzu hangi adaya verdiniz?”
diye soran basın mensuplarına “Valla ben pusulada bir aday gördüm ama. Başka aday da var mıydı?”diye konuşabiliyor. Sarp KURAY “tek kişilik örgüt” davasından
adeta cezaevinde esir alınmışken, ölüm sınırında bekleyen yüzlerce hasta tutsak
içerdeyken, Rıza SARRAF gibiler rahatça oyunu kullanıp, halkımızla dalgasını
geçiyor. O da biliyor ki kendisi ve birçok
ülkeyi soyup soğana çevirenin garantisi Recep Tayyip ERDOĞAN. Kendisi ne kadar “Ben
milletin cumhurbaşkanıyım” dese de aslında o, Rıza Sarrafların, milletin
anasına küfreden Mehmet Cengizlerin Cumhurbaşkanı. Bu yoksulluk ve yolsuzluk düzenini birlikte
yürütüyorlar ve birbirlerine mecburlar.
İşte halkımız böyle bir Cumhurbaşkanı seçmiştir.
Ülkemiz için asıl üzücü olan nokta burasıdır. Toplumun bir kesimi yapılan her
türlü hırsızlığı, yolsuzluğu meşru görmektedir. Bir ülke için bundan daha büyük
bir tehlike olamaz. Bu ahlaki çürüme, ülkeyi dini referanslarla yönetmeye
çalışan AKP iktidarıyla tavan yapmış durumda. Bu yolsuzluklar yurttaşlar için bir anlam
ifade etmiyor ya da görmezden geliyorlar. Geçen gün televizyonda bir programda,
söyleyen kimdi şimdi hatırlayamıyorum, HZ. Musa örneğini anlatıyordu. Zorba
Firavun’a karşı halkı kendi dinine çağıran Musa’ya halkının verdiği cevap,
aslında biraz halkımızın durumunun özeti.
Kendilerini doğruluğa çağıran Musa’ya
halkının cevabı şu olur; “Ey Musa doğru söylüyorsun ama karnımızı Firavun
doyuruyor”. Bizde ki çalıyor ama çalışıyor bir başka versiyonu. Binlerce yılda
doğu toplumlarının kat ettiği mesafe iki farklı kelime kadar.
Recep Tayyip ERDOĞAN’ın seçilmesi,
doğal olarak ona muhalif kesimlerin moralini bozmuş olabilir. Haliyle daha zor
ve kara günler bizi bekliyor. Ama otuz yılı aşkın bir süredir ülkemizin gittiği
nokta, bu yoldur. Bizler de buna karşı mücadele etmeyi sürdürüyoruz. Şimdide
sürdüreceğiz. Recep Tayyip ERDOĞAN’ın, oyunun tüm kurallarını neredeyse
kendinin belirlediği bir seçimle yıkılmayacağı belli. Kaybetseydi muhalif
kesimler için moral kazanım olurdu. Ama asla kolay teslim olmazdı. Çünkü
kurdukları ve halen kurmaya çalıştıkları “yeni bir Türkiye” düzeni var. Durmadan
işaret ettiği 2023 ve 2071 gibi tarihler sadece bir hayal ve kişisel
istikbalinin hedefleri değil, kendi arzuladıkları o karanlıklar ülkesinin
hedefleri. Bize düşen, karanlığa karşı aydınlık bir Türkiye’yi yeniden kurmak.
Evet diktatör sandıkta değil, sokakta
devrilir ama sokağa hâkim olmak için bütün bir hayata da hâkim olmalısınız.
Mahallede yoksulların, iş yerlerinde işçilerin, kamu çalışanlarının, üniversitede
gençlerin içinde olmanız şart. Eğer daha üniversiteyi kazanan bir yoldaşınızın
barınma sorununa çözüm üretemiyorsanız, hiçbir şeye hâkim değilsiniz demektir.
Buralara hâkim olursanız ancak diktatör
o zaman sokakta devrilir. Sokağı besleyecek bu kılcal damarlarınız tıkalıysa,
siyaseten daha çok kalp krizi geçirirsiniz. O yüzden hayata ve mücadeleye acil
bir müdahale kaçınılmaz. Öncelikle bu karamsarlıktan kurtulup, önümüzdeki daha
zorlu geçecek mücadeleye hazır olmalıyız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder