21 Haziran 2013 Cuma

Antalya’dan Direniş Notları



Taksim Gezi Parkı Direnişi, 20. gününü geride bıraktı. 31 Mayıs’ta başlayan direnişle Türkiye artık eski Türkiye olmayacak.
AKP’nin, İstanbul’un orta yerinde insanların soluk alabileceği tek nokta olan Gezi Parkı’nı “Ben yaptım oldu” anlayışıyla sermayeye peşkeş çekmek istemesiyle başlayan olaylar, bir halk ayaklanmasına dönüştü. Barışçıl başlayan gösterilere AKP polisinin vahşi saldırısıyla milyonlar sokağa döküldü. Halk adeta bir öfke patlaması yaşadı.
Gezi Parkı’nın ranta kurban edilmesini istemeyenler, derelerine HES yapılmasına karşı çıkanlar, yaşam alanlarına, özgürlüklerine müdahale edilmesine tepki gösterenler, eğitimin gericileştirilmesine karşı çıkanlar, tek mezhepçi, inkârcı anlayışı reddedenler kısaca AKP diktatörlüğüne baş kaldıran herkes sokağa döküldü. AKP’nin özellikle 1 Mayıs’tan sonra, iyice yoğunlaşan ve artan otoriter anlayışı Gezi Parkı olayıyla büyük bir isyana dönüştü.
AKP her zaman olduğu gibi bu isyanı da biber gazıyla, tazyikli suyla, plastik mermiyle boğmaya çalıştı. Dört kişi öldürüldü, onlarca insan gaz bombalarıyla kör edildi ve binlerce insan yaralı. Tüm bu vahşete rağmen, AKP direnişi boğmayı başaramadı. Çünkü karşısında halk vardı, halk direndi ve direnmeye devam ediyor. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Eskişehir, Mersin, Antalya vd., bütün bir ülke “AKP Diktatörlüğü’ne Dur” demek için ayaklandı. AKP polisiyle, medyasıyla, tüm gücüyle isyanı bastırmaya, yalanlarıyla direnişçileri karalamaya uğraştı, uğraşıyor ama başaramıyor. Halk kah çatışarak kah durarak direnişini sürdürüyor.
Antalya’da direnişin ilk gününden beri direnişe destek veriyor, omuz veriyor. 31 Mayıs gecesi başlayan eylemler, ilk gün ki yoğunluğunda olmasa da devam ediyor. Direnişin üzerinden 20 günden fazla bir zaman geçti, direnişin Antalya ayağı için sağlıklı bir değerlendirme yapma vaktidir.
Antalya direnişe ilk günden beri destek verdi ama haliyle her yerin olduğu gibi Antalya’nın da farklı dinamikleri var. Direnişin bir tarafında tüm eksikleri ve zaaflarına rağmen sol partilerin, sendika ve emek örgütlerinin içinde yer aldığı Antalya Emek ve Demokrasi Güçleri, diğer taraftaysa direnişi eski statükonun lehine değiştirmeye çalışan ulusalcılar. Antalya Emek ve Demokrasi Güçleri’nin bu süreçte iyi bir sınav verdiğini söyleyemeyiz. Burada neden Antalya Emek ve Demokrasi Güçleri diyorum, bu direnişte tek tek sol yapıları değerlendirmek, olumlamak ve eleştirmenin doğru olduğunu düşünmüyorum. Tüm Türkiye’de olduğu gibi, Antalya sol kamuoyu da böyle bir halk hareketine hazırlıklı değildi. Ayrıca bu konuda tecrübeli de değildi. İstanbul ve Ankara’ya göre, kitlesellik ve hareket kabiliyeti açısından geri bir noktada olduğumuzu kabul etmek gerekir. O yüzden burada yaşanan tüm eksikliklerde, hepimizin biraz payı olduğunu düşünüyorum.
Gezi Parkı olaylarının başladığı ilk gün olan 31 Mayıs Cuma günü, Antalya olarak hızlı bir refleks veremedik, tüm ülke sokağa çıkmışken biz ancak kitlesel olarak Cumartesi günü sokağa çıkabildik. Aynı akşam birçok siyasi yapının, gençlik örgütlerinin Cumhuriyet Meydanı’na çıktığını da unutmayalım. Çıkmasına çıkıldı ama ne yapılacağı konusunda bir fikir birliği yoktu. Cumartesi günü büyük bir kalabalıkla yıllarca Antalya halkına yasaklanan Cumhuriyet Meydanı’na girildi. Belki de Antalya için en büyük kazanımlardan biri, Cumhuriyet Meydan’ının halk tarafından, halka açılmış olmasıdır. Halk yıllarca devlet tarafından “özelleştirilen ve yasaklanan” meydanı kamulaştırmıştır ve halka açmıştır. Meydan bir daha halka yasaklanamaz. Bu ili yönetenlerin buna yeltenmemesi gerekir, olası böyle bir durumda da Antalya halkı asla meydanından vazgeçmemelidir.
Cumhuriyet Meydanı’nın açılmasıyla direnişin odak noktası burası oldu. Bunun yanında Lara ve Konyaaltı gibi bölgelerde de halk tepkisini sokağa çıkarak ve balkonlarından tencere tava çalarak gösterdi. Tabii bir de Çallı direnişi var. 31 Mayıs gecesi AKP il binasına yürünmesiyle başlayan ve birkaç gün burada yoğunlaşan çatışmalara değinmeden olmaz. Özellikle burada polisin kullandığı orantısız güç, fütursuzca kullanılan gaz bombaları sonucu 18 yaşında bir genç bir gözünü kaybetti ve yüzlerce kişi biber gazından ve polisin dayağından hastanelik oldu. Çallı’daki direnişin çok koordineli olduğu söylenemez, kalabalık gruplarca gidilen ama sadece ön saflarda cansiperane direnen insanlar vardı. Öyle olunca da, buradaki direniş uzun soluklu olmadı, polisin büyük bir saldırı ve gözaltı dalgasıyla buradaki direniş kırıldı ve kitle Cumhuriyet Meydanı’na kaydı.
İstanbul’la eş zamanlı olarak, Cumhuriyet Meydanı’nda da direniş çadırları kuruldu, direnişçilerin taktığı adla “Çapul Kent”. Çadırlar, halktan yoğun ilgi gördü. Çadırlara yemek getirenlere, destek olmak için para vermek isteyenlere kadar, büyük bir ilgi vardı. Ama Cumhuriyet Meydanı haliyle farklı kalabalıklardan oluşuyordu. Direniş çadırının bulunduğu alanda sol yapılar, bağımsız gençler, taraftar grupları, LGBT yer alırken, meydanın diğer bir kısmında ulusalcı ve faşist kimi gruplar vardı.  Böyle olunca gerilim ve provokasyon yaratmak isteyenlerde haliyle fazlaydı.
Özellikle direniş çadırının sağlıklı bir şekilde işlemesi için oluşturulan komite, vaktinin büyük bir kısmını provokasyonları engellemekle geçirmek zorunda kaldı. Meydana gelenlerle direniş çadırları arasında sağlıklı bir bağ kurulamadı, planlanan etkinlikler, eylemlilikler yeterince hayata geçirilemedi. Zamanın büyük çoğunluğu provokasyonların engellenmesine harcandı. Ama en büyük provokasyonu, başta Büyükşehir Belediyesi’nin yarattığını belirtmek gerekir. Çadırlar kurulduğu andan itibaren, her on dakikada bir İstiklal Marşı ve Onuncu Yıl Marşı çalınması ortamı sürekli gerdi. Büyükşehrin bu tavrı 12 Eylül cuntacılarının tavrından farklı değildir. İnsanlar kendini Mamak veya Diyarbakır zindanındaymış gibi hissediyordu. Her on dakikada bir çalınan İstiklal Marşı insanlarda bezginlik yarattı. İstiklal Marşı’nda ayağa kalkmayanlarla kalkanlar arasında gerilimler yaşandı.
Daha sonra bu uygulamadan vazgeçilse de bu seferde alanda yer alan bazı faşist gruplar, İstiklal Marşı’nı diğerleri için bir silah gibi kullanmaya, provokasyonun aracı haline getirmeye başladı. Özellikle, alana daha sonradan çadır kuran BDP’li gençler bu provokasyonun baş hedefiydi. Kendilerini kutlamak lazım, tüm bu kışkırtmalara rağmen, direnişin selameti açısından sükûnetlerini son ana kadar korumayı başardılar.
Ne hazindir ki, çadırların büyük bir kısmının kalkmasına da yine bir İstiklal Marşı provokasyonu sebep oldu. Meydanda bir anda bitiveren dört beş kişilik bir grup, gece yarısından sabahın ilk ışıklarına kadar istiklal Marşı okuyup insanları zorla ayağa kalkmaya zorladılar. Sabırla bu provokasyondan vazgeçilmesini bekleyenler, baktı olacak gibi değil, en son grubu alandan uzaklaştırmak zorunda kaldı. Sonrasında zaten vaktinin büyük çoğunluğunu çadırların selamette kalması için harcayan komite, çadırları kaldırma kararı aldı. Zaten bir iki grup geceden çadırlarını kaldırmış, diğerleri de o olay olmasa da kaldıracaklarını beyan etmişti. Çadırların büyük kısmının kalkması ve olayların medyada yer bulmasıyla Cumhuriyet Meydanı’nın ivmesi de düştü. Olay öncesi kasıtlı olarak yayılan, nerdeyse her gecenin rutini haline gelen “polis müdahale edecek” dedikodusunun da insanları tedirgin ettiğini ve Cumhuriyet Meydanı’na gelen insan sayısını da azalttığını unutmamak lazım. Ayrıca bazı lümpen grupların çevreye verdiği zarar ve meydanda esrar satmaya ve içmeye çalışanların olması da (bunu yapanlar çadırlarda kalanlar tarafından meydandan uzaklaştırılmış ve bir daha meydana sokulmamıştır) insanları tedirgin etti. Her dakika meydanı gözleyen polislerin bu tarz gruplara özellikle müdahale etmediğini de unutmamak lazım. Meydanda adeta bir kargaşa çıkması ve bunun kamuoyuna direnişçiler bir birine düştü şeklinde yansıtılmak için az çaba harcanmadığına defalarca tanık olduk.  Burada TGB denen ulusalcı gruba da bir parantez açmak lazım, İstiklal Marşı provokasyonunu bu grup sadece seyretmiş, devrimcilere küfür edilirken gülerek izlemekle yetinmiştir. Provokatörlerin alandan uzaklaştırılmasını da sadece seyretmişlerdir. Deniz Gezmiş posteri taşımak veya Gündoğdu Marşı söylemek insanı devrimci yapmıyor.
Kısacası bütünlüklü bir şekilde başlamayan çadır direnişi, erken ve koordinesiz şekilde bitirildi. Hiç olmazsa çadırlar kaldırılırken kitlesel bir basın açıklaması yapılarak, çadırların neden kaldırıldığı ve bundan sonra nasıl bir eylemlilik süreci izleneceği hakkında kamuoyu bilgilendirilmeliydi.(Meydanda halen çadırlar var bunun içinde kimi sol yapılarda mevcut) Çadır direnişinin bu şekilde bitmesi, Antalya’daki direnişinde zayıflamasına maalesef katkı yaptı. Meydan büyük oranda ulusalcı ve kimi ırkçı gruplara kaldı. Direnişin Cumhuriyet Meydanı’ndan mahallelere kaydırılma düşüncesi de hayata geçemedi. Antalya’daki Emek ve Demokrasi Güçleri’nin bir türlü bütünlüğü sağlayamaması çadır direnişinin de en azından zayıflamasına yol açtı.
Başta da belirttiğim gibi, burada şu partinin veya bu fraksiyonu suçlamak doğru bir tutum değil. Elbirliğiyle büyütebileceğimiz bir direnişi, belki tecrübesizlikten belki başka hesaplardan büyütemedik. Ama direniş bitmedi, öğrenerek sürdürmeye devam ediyoruz. Bu direnişten sonra bazı eski alışkanlıkları ve anlayışlarımızı değiştirmeden yol almamız zor görünüyor.
Bir de aslında bu işin büyük yükünü gençlerin çektiğini unutmamak lazım, tüm eksiklere rağmen müthiş bir direniş, azim ve fedakarlık gösterdiler, direnişte ve çadırlarda devrimci dayanışmanın güzel örneklerine de tanık olduk. Direniş sürdükçe de olmaya devam edeceğiz çünkü her şey daha yeni başlıyor.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder