İlknur
Altıntaş’ın “Kabenin
Oğlu Ali”
romanının üçüncü
cildi geçtiğimiz günlerde okurlarıyla
buluştu. Tarihsel
gerçeklere sadık kalınarak
yazılan
roman sizi bir çırpıda içine
çekiyor hızla
sona geliyorsunuz. Tarihi romanları okumanın bir zorluğu var, olayların nasıl sona
ereceğini
biliyorsunuz ve okurken sürekli acaba bu olay farklı sonuçlansa tarihin akışı nasıl olurdu
sorusu kafanızın içinde dönüp duruyor.
Kitabı okudukça bin yıllardır hiçbir şey değişmemiş gibi
Balami'nin Sıffin Savaşı Tasfiri |
hissediyorsunuz. Dün Sıffin’da mızrakların ucuna Kuran sayfalarını asanların yerini bugün seçim meydanlarında ya da ekran karşısında eline Kuran, İncil ve Tevrat alıp insanları manipüle edip kandırmaya çalışanlar aldı. Politikacısından, sanatçısına ve sporcusuna varana kadar herkes bu aldatmanın tadına varmış durumda ve bunu sonuna kadar kullanıyorlar.
Dün kralların, sultanların kirli işlerini gören çıkarcı kurnazlar bugün de hayatımızın içinde. Onca zalimlik yaşanırken haksızlık
varken, gerçeğin ve haklının kim
olduğunu
bilmelerine rağmen “
Ali haklı ama Muaviye’nin pilavı daha
yağlı”
diyerek zalimin sofrasında o yağlı pilavdan iki kaşık daha fazla yiye bilmek uğruna zalimliğe göz yumanlarla çevrili etrafımız.
Dinlerin de bir resmi tarihi var, bizim bilmemizi
istedikleri kadarını anlatıp hakikati halının altına süpürdükleri
bir tarih. Bu tüm dinler için geçerli. Ama konumuz burada dinler tarihi değil.
İlknur Altıntaş'ın Kabe’nin Oğlu Ali
üçlemesi bize anlatılan bu resmi din tarihini tamamen olmasa da büyük oranda
ters düz ediyor. Egemen sınıfların ihtiyacına göre
yalan, tahrifat ve yok saymayla oluşturulmuş bu din tarihini özellikle Dördüncü Halife Ali üzerinden bize
gösteriyor.
Ali burada eşitliği, adaleti ve bilgeliği temsil ediyor, iktidar da kalmak için her yolun mübah olmadığını hak ve adalet ne gerektiriyorsa ona sadık kalan bir figürü görüyoruz. Onun karşısında olanlarsa tam tersi bir durumu görüyoruz, iktidarda kalmak uğruna her şeyi yapan kişiler. Bu kişiler resmi din tarihinin bize kutsal kişiler diye sürekli anlattığı insanlardan oluşuyor. Okudukça insanlara yıllarca adaletin simgesi siye yutturanların aslında adaletsizliğin ana kaynağı olduğunu, adam kayırmacılığı, nepotizmi açıkça görüyoruz.
Peki yılardır bu hakikatler neden insanlardan gizleniyor çünkü geçmişi istedikleri gibi şekillendirirlerse bugünü ve yarını da aynı şekilde şekillendire bilirler. O yüzden Muaviye hazreti payesi veriyorlar ki bugün ki ve yârinki Muaviyelere de verebilsinler. Muaviye’nin açtığı yoldan kendileri de rahatça yürüyebilsinler.
O nedenle uydurdukları bu tarihe sımsıkı sarılıyorlar, İlknur Altıntaş arı kovanına çomak sokarak sımsıkı sarıldıkları yalan tarihi ters düz ediyor. Hakikate sahip çıkarak yalanlar ve tahrifatlar üzerine imal edilmiş resmi din tarihini teşhir ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder