14 Temmuz 2025 Pazartesi

Antalya Müzesi Neden Yıkılmak İsteniyor?

 Antalya’da son günlerin en çok tartışılan konularından biri Antalya Arkeoloji Müzesi’nin yıkılmak istenmesi. Kültür ve Turizm Bakanlığı, müzenin depreme dayanıksız olduğu gerekçesiyle yıkılması gerektiğini savunuyor. Ancak bugüne dek kamuoyuna sunulmuş herhangi bir teknik rapor, risk analizi veya güçlendirme alternatifiyle ilgili maliyet çalışması paylaşılmış değil.


Oysa bu müze, yalnızca Antalya’nın değil, Türkiye’nin de en önemli kültürel kurumlarından biri. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü verilerine göre, Antalya Arkeoloji Müzesi 2024 yılında 175 bin 970 ziyaretçiyle Türkiye’nin en çok ziyaret edilen müzesi oldu. Peki, böyle bir müze neden tam da turizm sezonunun ortasında yıkılmak istenir? Bu acele neden?

Bu sorunun arkasında birkaç gerekçe olsa da, iki temel nedenden özellikle söz etmek gerekiyor.

1. Yeni Rejim, Yeni Mimari

AKP iktidarı, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle birlikte yeni bir rejim inşa etmeye çalışıyor. Bu inşa sürecinde eski rejime, yani Cumhuriyet dönemine ait sembolleri, yapıları, ritüelleri görünmez kılmak ya da tamamen ortadan kaldırmak gibi bir yönelim izleniyor.

Hatırlanacağı üzere, 2017 referandumu sürecinde Antalya tarihinde daha önce kutlanmamış olan "Antalya’nın Fethi" birden gündeme taşındı ve devlet organizasyonuyla kutlanmaya başlandı. Bu yeni "ritüeller", hem ideolojik bir dönüşüm yaratmak hem de milliyetçi seçmeni konsolide etmek amacıyla sahnelendi.

Antalya Müzesi binası da mimari yapısıyla Cumhuriyet’in modernleşme mirasını temsil ediyor. Bu haliyle iktidar açısından "eski rejimin" izlerini taşıyan bir yapı. O nedenle de yıkılarak yerine AKP ideolojisinin izlerini yansıtan bir bina yapılmak isteniyor. Bugün pek çok yeni kamu binasında gördüğümüz bu tarz mimari, sadece estetik bir tercih değil; ideolojik bir dayatmanın mekânsal yansıması.

2. İnşaat ve Rant Ekonomisi

İkinci neden ise AKP'nin yıllardır sürdürdüğü inşaat odaklı ekonomik modelle ilgili. İktidar, kamusal alanlar üzerinden sürekli yeni rant alanları yaratarak sermaye birikimini yandaş şirketler üzerinden sürdürüyor. Antalya da bu stratejinin en açık örneklerinden biri. Kent neredeyse baştan sona bir şantiye haline getirilmiş durumda.

Antalya Müzesi’nin yıkımı da bu çerçevede ele alınmalı. Aslında iktidarın gönlünde müzeyi boş durumdaki EXPO alanına taşımak yatıyordu. Nitekim dönemin Antalya Milletvekili Atalay Uslu da bu yönde bir öneride bulunmuştu. Ancak kamuoyundan gelen yoğun tepkiler üzerine bu plandan geri adım atıldı. Çünkü herkes biliyordu ki, müze EXPO alanına taşınırsa, mevcut müze binası ve yanındaki Karayolları arazisi birlikte ranta açılacaktı.

Bu plan rafa kaldırılınca, şimdi müzeyi “yerinde dönüştürme” adı altında benzer bir rant projesi gündeme getiriliyor.

Sonuç: Mesele Sadece Deprem Güvenliği Değil

Antalya Müzesi’nin yıkımı meselesi yalnızca teknik bir karar ya da güvenlik gerekçesiyle açıklanamaz. Mesele çok daha derin; siyasi, ideolojik ve ekonomik boyutları olan bir dönüşüm hamlesidir. Bu nedenle de müzenin güçlendirilerek korunması yönünde sunulan her türlü alternatif öneriye kulak tıkanıyor.

Kültürel mirasımıza, tarihimize ve Cumhuriyet’in kamusal mirasına sahip çıkmak için bu süreci yakından takip etmek ve kamuoyu baskısını sürdürmek büyük önem taşıyor.


7 Mart 2025 Cuma

KADINLARIN BİN YILDIR SÜREN EŞİTLİK VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ

Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü… 1908’de New York’ta binlerce tekstil işçisi kadın daha kısa çalışma saatleri, daha iyi ücret ve daha iyi çalışma şartları için greve çıktı. Amerikan polisinin greve yanıtı; şiddet oldu. Polisin saldırısı sonucu 129 kadın hayatını kaybetti. Katliamın birinci yılında Amerika Sosyalist Partisi 8 Mart’ı “Ulusal Kadın Günü” ilan etti. 1910 yılında Danimarka’da toplanan 2. Enternasyonal’e bağlı kadınlar toplantısında Alman Komünist Clara Zetkin 8 Mart’ın tekstil fabrikasında ölen kadınlar anısına “Dünya Kadınlar Günü” olmasını önerdi. Öneri oy birliğiyle kabul edildi.

8 Mart’ın “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kabul edilmesi ise Moskova’da 1921’de gerçekleşen 2. Uluslararası Komünist Kadınlar Toplantısında gerçekleşti.

Ancak kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin tarihi binlerce yıl öncesine kadar dayanıyor. Erkekler tarafından sürekli ikinci planda görülen, özgürlükleri kısıtlanan, hakları ellerinden alınan kadınlar dünyanın hemen her yerinde var olma mücadelesini sürdürmüştür. Kimisi dinsel otoriteye, kimisi diktatörlere başkaldırmış nice kadın tarihe adlarını yazdırmıştır. Bu yazıda bugün adları çok hatırlanmayan bu kadınlardan üçünün hikâyesini anlatacağım.

İlki Antalyalı hemşehrimiz olan, Bizans döneminde yaşamış Pergeli Azize Matrona. Bizans’ta kadın erkek rolleri çok katı çizgilerle belirlenmişti. Hristiyanlığın önemli bir yer tuttuğu Bizans’ta erkek egemenliğin hâkim olduğu kiliseye göre kadınlar uzak durulması gereken varlıklardı. Çünkü kadınlar doğaları gereği din adamlarını ruhani hayattan uzaklaştıran baştan çıkarıcılar olarak görülüyordu. Bu yüzden kadınlar dini hayatın da dışında tutuluyordu. Birçok kadın erkek kılığına girerek Manastır hayatı yaşayabiliyordu. İşte Pergeli Azize Matrona’da o kadınlardan biriydi. Matrona İmparator 1. Anastasios’un dini politikalarına karşı durmuştu. Sıradan bir ortamda yetişmiş, evlenip bir kız çocuğu sahibi olmuştu. Matrona dini konularda kocası ile ters düşmüştü, kocasının baskılarından bunalan Matrona 25 yaşına geldiğinde kocasını ve yaşadığı yeri terk ederek Kostantinopolis’e geldi. Burada önce kadınlar manastırına sığındı ancak kocasının kendisini burada bulacağını düşünerek, ondan kurtulmak için erkek kılığına girerek bir erkek manastırına sığındı. Saçlarını kestirip giysilerini değiştirdi ve Babylas adını aldı. Ancak kulağının delik olması fark edilince kimliğinin açığa çıkma tehlikesi belirmişti. Matrona başlarda bu durumu idare etse de başrahip durumu anlayınca onun daha fazla manastırda kalamayacağına karar vererek onu Suriye’ye gönderdi. Ancak Matrona’nın ünü çoktan etrafa yayılmıştı. Onu kaçtığı günden beri amansızca arayan kocası da karısının ününü duymuştu. Kocasının kendisini bulma riski belirince Matrona bu seferde Suriye’yi terk ederek, Beyrut’ta bir pagan tapınağına sığındı. Matrona’nın başı burada da dertten kurtulmadı, birçok paganı Hristiyan yapması paganların tepkisini çekti ayrıca kocası izini Beyrut’ta da bulmuştu. Matrona bir kere daha Kostantinopolis’e dönmek zorunda kaldı. Burada gösterdiği bilge kişilik onu Azize mertebesine yükseltti. O artık Azize Matrona’ydı. Azize Matrona kocalarından şiddet gören kadınların erkek kılığına girip saklanacağı bir de manastır kurdu. Hayatının geri kalanını manastırda geçirdi ve 100 yaşında öldü.

Kutsal kitaplarda peygamberlerin eşlerinden, annelerinden, onlara akraba olan kadınlardan bahsedilir. Bazı kutsal kitaplarda peygamber olduğu belirtilen kadınlar da vardır. Ama şimdi anlatacağımız kadının hikayesi hiçbir kutsal kitapta geçmez. Hatta İslam tarihinde yalancı peygamber olarak adlandırılır. Hikayesini anlatacağım kadının adı Secah. Mezopotamyalı olan Secah Hz. Muhammet’in ölümünden sonra peygamberliğini ilan etmiş, etrafında hatırı sayılır bir kitle toplamıştır. Peygamberlik ilan etmeden önce Hristiyan ve kahin olduğu bilinmektedir. Peygamberliğini ilan eden Secah bu uğurda birçok savaş yapmış ama bu savaşlardan yenilgiyle ayrılmıştır.  Bazı kaynaklar Secah’ın peygamberlik iddiasının Hz. Muhammet hayattayken başladığını iddia eder. Secah kadınların da peygamber olabileceğini iddia ederek, peygamberlik iddiasında bulunmuştu. Dini bilgilere sahip, şair ve hükmetme kabiliyetine sahip Secah üst üste kaybettiği savaşların ardından peygamberlik iddiasını daha fazla devam ettirememiştir. Hatta daha sonra Müslüman olmuştur. Arabistan gibi bir bölgede bir kadının bu derece kuvvet ve nüfus elde etmesi oldukça hayret vericidir. Hz. Muhammet sonrası peygamberlik iddiasında bulunan birçok erkek ve onların müritleri kanlı bir şekilde ortadan kaldırılırken, Secah hayatta kalmayı başarmıştır. 

Bugün adları çok fazla anılmayan Vietnam’ın cesur kadın kahramanları, Trung kız kardeşler… 150 yıl boyunca Çin işgalinde olan Vietnamlılar MS 40 yılında cesur Trung kardeşler sayesinde ayaklandılar. Bağımsızlıkları ve özgürlükleri için savaşmaya başladılar. Büyük bir orduyu komuta ederek Çinlileri yendiler. Kendilerini ortak kraliçe ilan ederek, ülkeyi yönettiler. Ancak üç yıl sonra Çinliler Vietnam’ı tekrar işgal ettiler. Trung kardeşler Çinlilere teslim olmak yerine nehre atlayarak, boğulup öldüler. Onların direnişçi ruhu her zaman Vietnamlılara ilham verdi. Fransız sömürgeciliği ve ABD işgalinde de Trung kardeşlerin hikayesi sıradan Vietnamlılara ilham vermeyi sürdürdü. Trung kardeşler sadece Vietnamlılara değil, kadın savaşçılara da ilham oldu ve olmaya devam ediyor. 

Kadınların asırlardan gelen eşitlik ve özgürlük mücadelesi bugün de 8 Mart’ta hayat bulmaya devam ediyor.

Kaynaklar:

Bizans Tarihi – Timothy E. Gregory

İslamdan Döneler ve Yalancı Peygamberler – Bahriye Üçok

İslam Devletlerinde Türk naibeler ve Kadın Hükümdarlar – Bahriye Üçok

Wikipedia

Britanica